10.BÖLÜM

61 10 9
                                    

Beni geçmişlerle dolu bir kabustan uyandıran şey kapının sertçe açılıp kapanmasıydı. Yerimden sıçrayarak uyandığım da ateş saçan gözlerin hedefi bendim. Ben zaten yanıyorum Baran. Senin gözlerinde ki ateş beni yakmaz, sadece benim ateşim gürleşir ve senin üstüne sıçrayarak seni yavaş yavaş yakar. Ama benim gürleşen ateşim hızla söner ve kül olur.

Sonra da bir zümrüd-ü anka gibi yeniden doğuşumu beklerim. Sen beni yakıp küle dönüştürürken belki de bir başkası küllerimi aleve verip, yeniden doğuşumla beraber beni özgürlüğüme kavuştururdu.

Sakin bir şekilde yataktan kalkıp Baran'ın karşısına dikildim. Olacaklara hazırdım. İstediğini söyleyip, istediğini yapabilirdi. Evet, onun için üzülüyordum ama bir savaştaydık. Benim bu savaşı nasıl bitireceğim belli değildi. Henüz benim savaşım bitmemişti ama Baran bu savaşı mağlup bir şekilde bitirmişti.

İkimiz dimdik durmuş, sanki savaş devam ediyor gibi gözlerimizin içine bakıyorduk. Baran'ın gözlerinde gördüğüm şey mağlubiyeti hazmedememenin yitikliğiydi. O öfke dolu gözlerin arkasında tam olarak bu vardı. Hâlâ çabalıyordu ama bu sadece yüzmeyi bilmeyen birinin yüzmeye çalışması kadar boş bir uğraştı.

"Olması gereken buydu. Beni buna sen mecbur bıraktın." dedim sakin bir şekilde.

Gözlerimizle açtığımız savaşa devam ederek. Bakışlarımızda ki öfke kılıç, sevgi kalkan olmuştu adeta. Her şey bitmişti. Büyükler görmüş, kabul etmişlerdi. Onlara karşı gelemeyeceğini kendisi de biliyordu.

O anda gözlerimizle kurduğumuz köprüyü yıkıp pencerenin önüne gitti. Ellerini pervaza dayayıp dışarıyı seyretmeye başladı. Sessizdi, hem de çok. Bu sessizliği adlandıramamıştım.

Fırtına öncesi sessizlik miydi yoksa kaybetmenin verdiği bir sessizlik miydi? Her ne olursa olsun şu anda yıkıp dökmesi gerekiyordu. Etrafı, beni ve kendini. Kırması, yıkması ve dökmesi gerekiyordu. Sessizliği bir anda bozmasıyla yerimden sıçradım.

"Gelsene yanıma."

Sesinde bir çok duygu vardı. En belirgin olan hüzündü. Yavaş adımlarla yanına yaklaştım. Ya benimsin ya kara toprağın diyerek beni vurması beklemediğim bir şey değildi tabiki ama bunu beklemiyordum. Böyle sessiz sakin durmasını beklemiyordum.

Biraz arkasında durup onunla beraber ormana baktım.

"Hiç mi sevmedin beni?" dedi ve ben o soruda boğuldum.

Boğazım kuruldu, yutkunamadım. Sesindeki acı... Kızgın demir vücuduma değseydi daha iyiydi. Bunu söyleyen kişi benim kardeşim, arkadaşım, dostumdu. Yeri geldiğinde babamın kalbimde açtığı yaraları kapatmaya çalışan kişiydi.

O ve Gökhan benim ve ablam için çok çabaladılar. Yerleri ayrıydı onun için. Bu raddeye gelmeseydik, eskisi gibi olsaydık... Keşkeler işe yaramıyor. Tek duam ileri de "iyiki" diyebileceğim şeyler yaşamak. Sorduğu soru cevapsız kalınca benden tarafa döndü.

"Sevdim, seviyorum, seveceğim." dedim artık cevap vermenin baktı geldiğini anlayınca.

Başını sallayıp güldü. Artık benden başka her tarafa bakıyordu.

"Babamlar yapacaklarımdan korktukları için buradan uzaklaştıracaklar beni. Haklılar da. Yapacaklarım korkulacak şeyler olacak. Ben bile korkuyorken onlar nasıl korkmasın?" Gözlerini gözlerimle buluşturup

"Arsen inan ben de kendimi tanıyamıyorum. Ne yapacağım belli olmaz." derin bir nefes alıp devam etti. Kaşlarım çatık bir şekilde dinlemeye devam ettim.

"Her ne yaparsam yapayım sev beni. Olur mu? Ben bu sevgiyi kaybetmek istemiyorum. Bana aşık olman için uğraşacağım ama bu sevgiyi kaybetmeyeyim. Onun için her ne yaparsam yapayım sev beni. Çünkü ben, ben değilim."

Kıyıdaki Özgürlük (Ara Verildi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin