O soğuk nefes bir anda içini ısıtmıştı Zeynep'in, bir anda kuruyan umutlarına can suyu olmuştu. Hızlı adımlarla annesine yaklaştı.
"Anneciğim, iyi misin?"
"..."
Çok korkuyordu Zeynep, ya annesi hiç ses vermezse sesine. Gözünden bir damla yaş annesinin yüzüne düştü. Sanki annesini uyaran ilahi bir el gibiydi, annesi gözlerini aralamıştı. "İyiyim kızım." diyebildi sadece.
İlk iş odayı ısıtmaktı, şöyle bir etrafa göz gezdirdi. Sabah çıkarken son odunları da yakmıştı, 'Ne yapmalı?' diye düşündü kendi kendine. Küçücük omuzlarında öyle ağır bir yük taşıyordu ki bu yük kocaman adamları bile yerle bir edebilirdi.
Evin hali içler acısıydı hatta uzaktan bakınca terk edilmiş bir harabeyi andırıyordu. Hani tinerci çocuklar bile buraya girip yaşamak istemezdi. Dökülen sıvasından aslında yeşil olan evin rengi bile belli olmuyordu, çatlaklar dört bir yana yayılmıştı. Bahçe kapısı sürekli yerinden çıkıyor, en ufak bir rüzgârda yerle bir oluyordu. Ama içinde Zeynep'in bu dünyayı verseler değişmeyeceği annesi vardı, o yüzden hiçbir eve değişmezdi evlerini.
Eski günler geldi aklına, köyden hiç çıkmasaydık diye çok pişmanlık duymuştu ama artık yapacak da bir şey yoktu.
Annesine baktı, bu soğukta annesinin iyileşmesi imkânsızdı. Bir şeyler yapmalıyım diye tekrarladı içinden sanki kendi kendine destek olmaya çalışıyordu. Gözleri etrafta yakacak bir şeyler aradı. Evin sadece tek odasını kullanıyorlar, orada yiyip içiyorlar, orada yatıp uyuyorlardı. Neleri var neleri yoksa oradaydı. İki karyolaları vardı. Hani şu eskiden kullanılan; demirden yapılmış, üzerine telleri batmasın diye karton konulmuş karyolalar... Bir de süngeri vardı, kâh kayar kâh düşerdi. Odanın tam ortasında soba kuruluydu; kovasız, şu içine kömür atıp yakılanlardan, ama soba kömürü görmeyeli epey olmuştu, muhtemelen de unutmuştu. Evi daha çok ısıtsın diye uzattıkça uzatmıştı annesi sobanın borularını, yaktıkları plastiklerden kurum bağlayıp boruların bağlantı yerlerinden siyah siyah damlalarla damlardı kurumlar, olsun ama ısıtırdı. Yemek için birkaç parça kapkacakları kalmıştı, altları kara kara olmuş tencereler, birkaç bardak. Yerde eskiden kalma bir kilim ama varlığı ile yokluğu birdi, hani kullanıla kullanıla kâğıt gibi incelir ya bildiğin kâğıt gibiydi. Bir de masası vardı, telefon hatları döşenirken kabloların bobini olan. Babası bundan iyi masa olur diye getirmişti eve. Ve o pencere... Acaba olmasa daha mı iyiydi, en azından sert rüzgârlar estiğinde takır tukur gürültü olmazdı, camıyla kasasının arasına parmağını soksa girecek kadar boşluk vardı neredeyse. 'İlk iş o boşlukları kapatmak olmalı.' diye konuştu kendi kendine Zeynep ama nasıl yapacaktı bunu, derken gözüne yerdeki minder ilişti, içinden pamuklarını çıkarıp tıkamaya çalıştı, başarmıştı, az da olsa rüzgârı kesmişti. Artık odayı ısıtmaya girişmeliydi ve minderin kalan parçalarını da soba da yaktı, biraz olsun soğuğunu kırmalıydı ama bu yetmezdi ki. Evde yakacak pek bir şey yoktu. Biran kitaplarına gözü ilişti ama buna da annesi çok üzülürdü. Dışarı çıkmaya karar verdi, yakacak bir şeyler bulmalıydı.
Hava iyice kararmış, kışın ağır yüzü kendini göstermişti. Üzerindeki mavi önlük soğukla mücadele ederken çok bir katkı yapmıyordu. Tir tir titriyordu, dişlerinin takırtısından ne yapacağını şaşırmıştı, hali içler acısıydı, bir yandan ağlıyor, bir yandan hıçkırıyor, bir yandan titriyordu bir de ah şu dişler...
Kollarını birleştirdi, sanki kendi kendine sarılıyordu. Olduğu yere oturdu, dayanacak gücü kalmamıştı ama dayanmalıydı birden gözüne karşı parktaki bank ilişti, her şeyi yakacak odun olarak görüyordu. Sanki çölde vaha görmüş bedevi gibi koştu banka doğru. Normalde o tahtaları sök deseler sökemezdi ama çaresizlik ona öyle bir güç vermişti ki, bir hamlede aldı tahta parçalarını eline. Bunlar bugün için yeterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda Yalnızlık (Kitap Oldu:)
RomanceZeynep, babasını kaybettikten sonra annesini de kaybedince yetimhane günleri başlamıştı. Evlatlık gittiği ailede başına gelen olaylar onu bir kaçışa sürükledi. Her şeyden, belki de geçmişinden, belki de insanlardan kaçıyordu... Kılık değiştirip erke...