5. Bölüm / Ulu Kurt

83 4 0
                                    

Kadim Topraklar
Göçten Önceki Zamanlar

Gökyüzü görünmüyordu. Hava toz bulutlarının etkisi ile yer ile gök birleşmiş, güneşin az da olsa var olmaya çalışan ışığı ile ortalık garip bir renk almıştı. İnsanlar nefes almak için var güçleri ile uğraşıyorlardı. Ancak bu toz rüzgarlarının estiği havada nefes almak imkansıza yakındı. Kurak toprak; sanki yıllar önceki yeşillikler hiç olmamış ve var olduğundan bu yana kurakmış gibiydi.

Topluluk ovanın ortasında tüm eşyaları ile durmuştu. Az sayıda olan bebekler ağlıyor, yetişkinlerin tamamına yakını da öksürükler içerisinde bekliyordu. Yıllar içerisinde kuraklık ve hastalıklar nedeniyle tüm hayvanları telef olmuştu. O nedenle kimsenin binek veya besi hayvani yoktu. Onca yolu yürüyerek katetmişlerdi. Şimdi ise karşılarında, bin metre kadar ötelerinde yerden metrelerce yükseğe çıkan bir toz fırtınası vardı. Gitmeye çalıştıkları yer belli değildi. Tek istedikleri bu ölüm getiren topraklardan gitmekti.

Kral Ograf en önde durmuştu. Yanında yer alan yol arkadaşları gibi kendisinin de yüzü toza önlem amacıyla kapalıydı. İnce bir peçe ile yüzleri örtülü olan kral ve adamları; önlerinde duvar gibi duran ve git gide kendilerine yaklaşan toz fırtınasına bakıyordu. Kral kaşları çatık bir şekilde hemen sağında bulunan yardımcısına döndü.

"Ardımızdaki düşman ne kadar uzağımızda ."

Yardımcısı topluluğun ardına doğru baktı. Toz kaplı hava yüzünden hiçbirşey görünmüyordu. Ufak bir tahmin yürütüp cevap verdi.

"Kralım, tahminen beş altı saat kadar ardımızdalar. Bu hızla gidersek korkarım yakalanırız. Ayrıca önümüzde bize gelen kum fırtınası da hemen hemen aynı mesafede. Kum fırtınasına yakalansak da kurtulabiliriz ama düşmanın yetişmesi olası. Zira atlı birlikleri çoğunlukta."

Kral Ograf; kemikten yapılma, çeşitli işlemelerle kaplı, bembeyaz rengi ile kendini belli eden, kılıcının kabzasına dokundu.

"Savaşacak gücümüz de kalmadı. Tüm bu topraklar bize ölümü reva gördü. Ne bir ekin oldu ne bir hayvan doğurdu. Üstüne de alçak düşman akın etti üstümüze. Yine de onurumuz ile ölmek bize yakışır."

Sözlerinin ardından yardımcısı ile göz göze geldi. Rüzgar yüzünden kısık gözleri ile birbirlerini onayladılar. Kral; kendisini izleyen halkına döndü. Gücü tükenmiş bu insanların daha da ilerleyemeceği kesindi. Vereceği karar bir milletin son gününü belirleyebilirdi. Komutanlarına döndü. Zırhlarının içinde bir dağ varmış gibi dimdik ve sert duran üç komutanı da can kulağı ile onu dinlemeye hazırdı.

"Askerlerimize söyleyin... Bugün kahraman Kotan askerinin son cenk günüdür... Kılıç vurup kalkan dövmenin son günüdür... Düşmanı bekleyip göğüs göğüse çarpışma vakti gelmiştir. Kaçış kadınlar ve çocuklar içindi. Ama artık kaçmak yok, ölmek var. Yerlerimizi alalım ve düşmanin geldiği yönde bir savunma hattı kuralım. Halkı gidebildikleri yere kadar gönderelim. Elbet talih bize de güler."

Sözlerinin bitiminde komutanlar selam verip göç eden topluluğun arkasından seyreden askerlere doğru koşmaya başladı. Artık asker de kaçmak değil savaşıp ölmek istiyordu. Bozkırın mert yiğitleri kaçarken ölmeyi haketmiyordu.

Ordu birkaç saat içinde toparlanmış ve yönünü geldikleri ata topraklarına doğru dönmüştü. Tüm askerler komutanların emirleri doğrultusunda yerini almış bekliyordu. Halk ise kalan gücüyle göçe devam etti. Halka az sayıda asker de eşlik ediyordu. Halk için toz bulutuna doğru yürüyüş devam etti.

Bekleyiş uzaklardan düşmanın görünmesi ile sona erdi. Bu bulanık havada düşman ancak iki yüz metre kadar ötede görünmüştü. Savaş düzeninde yekpare şekilde geliyorlardı. Yaklaştıkça kısık bir sesle gelen ezgi duyuldu. Mırıldandıkları savaş ezgisini Kotan askerleri çok iyi biliyordu. Sözleri söylenmese de Kotan askerleri, zihinlerinde yerine koyuyordu sözleri.

Upra: KurtbaşlılarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin