Bi banka oturup Karadeniz'in hırçın dalgalarına çevirdim yüzümü... Koştuğum için ayak bileğim fena sızlıyordu ama kalbimin sızısı bu durumu arka plana atıyordu... Rüzgarın yüzüme dokunuşu ve dalgaların sesi eşliğinde, eskiye daldı gözlerim... Küçüklüğüm geldi aklıma.. Bir bir anılar canlanmaya başladı sonra ... Bakışları geldi gözümün önüne babamın. Anneme olan bakışları..
Küçükken, o bakışlarını gördüğüm bazı zamanlar, ilgiyi üzerime toplayacak bir şeyler bulmak için tuhaf hareketler yapar o anı belki çok gıcık bir reklam arası gibi bölerdim. Öyle güzel bakardı ki anneme, dili lâl olsa bile bakışları yeterdi sevgisini anlatmaya... Şiir gibi adamlardandı benim babam .. onu öyle çok seviyordum -seviyorum-seveceğim- ki, hep babam gibi biri olsun istiyor ve hep öyle dua ediyordum... Onların evliliğinin hep güzel yanları vardı aklımda. Kötü yanları var mı bilmiyorum ama, varsada bize hiç yansıtmamışlardı... Güzel yanlar , özel anlar... mesela babamın anneme birgün ismiyle hitap ettiğini bilmezdim. Hep bi sevgi sözcüğü söylerdi... Annemin olmadığı her yerde onu över... "o benim cennete biletim" derdi.. Ona hiçbir zaman sesini yükseltmez sinirli olduğunda bile ilk geleceği yer annemin yanı olurdu. Bir de öylesine kıskançtı ki ... Anneme bir göz değsin ... bir değsin bakalım... hiç unutmam, bir gün bayram gezmesine gideceğiz; annem siyah üzeri, koyu mavi, küçük çiçekleri olan bir elbise giymişti, başınada mavi çiçeklerin tonunda bir eşarp takmıştı.. biz abimle şeker yiyerek hadis tamamlamaca oynarken annem salona gelince, babamda bizde anneme bakakalmıştık. Arabaya binene kadar babam gözlerini alamamıştı. Sonra tam yolun çeyreğini gitmişken babam arabayı, eve geri sürmüştü. Annem şaşırsada sormamıştı. Her zaman "babanın bir bildiği vardır" der onun söylemesini beklerdi. Ben duramayıp sormuştum neden eve döndüğümüzü. Babam ; "çünkü, annen şu an çok güzel, her zaman böyle güzel ama bu eşarp annenin güzel gözlerini iyice ortaya çıkarmış ve onu daha da güzelleştirmiş. Çünkü annen benim incim. Çünkü ben incimin kötü gözlerle incinmesine müsade edemem. Çünkü o benim." Bunu kıskançlık kat sayılarının tavan yapışının sesine yansımış haliyle söylemişti. Annem düz renk bir elbise ve siyah bir eşarp takınca keyfi yerine gelmişti babamın. Birbirlerine karşı o kadar saygılılardı ki o kadar çok değer veriyorlardi ki hiç tatsizlik çıkmıyordu . Canlarim benim ..
Özlüyordum..
Ben düşüp bi yerimi acıtsam ya da hasta olsam sanki aynı acıyı hissediyormuş gibi gözleri dolan koskoca yürekli, desteğiyle her türlü zorluğun üstesinden gelebilirmişim gibi hissettiren babamı çok özlüyordum.
Bunlar gözümde canlanıp aklımdan geçerken yüzümün çeşmeleri çoktan açılmış yanaklarımı sel almıştı. Elinden en sevdiği oyuncağı alınmış bir çocuk gibiydi kalbim.. Hayallerimin birini kaybetmiştim şimdi ...
Allah'ım benim efendimin takmasını istediğim takkenin o Kot Kafa'nın o koca kot kafasında ne işi var ya Rabbimmmmm ! ... Aklımdan hâlâ "acaba o takke , o takke olmayabilir mi?" diye geçirirken gözlerimi elimin tersiyle silip , çantamı açtım.. içindekileri bir güzel döktüm.. Yoktu.. Artık tamamen emindim.. Ama nasıl? Nasıl olduda böyle olmuştu?! Beynim bu sorunun cevabını bulmak için arşivini taradığı sıra telefonum çalmaya başladı. Asiye arıyordu.. Ama telefonu açmak bi yana dursun, şu an Kot Kafa'yla bağlantılı hiçbir şeyi hiç kimseyi ne görmek ne de duymak istiyordum.. Sessize alıp denize doğru çevirdim başımı. İçim duygu panayırına dönmüştü adeta. Saatlerce hiçbir şey yapmadan öylece oturmuştum. Ta ki müezzin; güzel yaratılmış sesiyle "huzura" çağırana kadar.. O ana dek havanın karardığını bile farketmemiştim. Hemen çantamıda alıp camiye doğru yürümeye başladım. Hanımlar bölümünün kapısından içeri girer girmez duvarda ki yazı takıldı gözüme :
“... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)" Rabbim sen her şeyi en iyi bilensin... Sana bırakıyorum Allah'ım.. Sana bırakıyorum..
***