Fırtınanın esiri olan çaresiz bir adam geçiyordu sokaktan. Sokak lambasının loş ışığının yertersizliği yüzünden gözlerini, yerdeki taşların çıkıklıkların anlamak içın kısıyordu.
Eski bir evin önüne geldiğinde durdu. Önce evde göz gezdirdi. Kararsız gibi bir hali vardı. En sonunda başını öne eğip kaldırıma çıktı ve çitlerin kapısını gıcırdatarak araladı.
Sonbaharın beraberinde getirdiği sararmış çimenlerin üzerinde yürürken derin bir nefes aldı. Kapının önüne geldiğinde paslanmış kapı tokmağını vurdu.
İçeriden gittikçe yaklaşan topuk sesleri geldi ve kapı açıldı. Kapıyı açan bir kadındı.
"Efendim seni uyarmıştı, bir lanetlinin doğacağını söylemişti, acı çekeceğini söylemişti!"
"Willma, misafiri içeri davet etmeye ne dersin?"içeriden adamın tanıdığı bir ses geldi. Sonra köle, başıyla içeri geçmesini işaret etti.
Onu geniş bir odaya yönlendirdi.
Lüks bir tekli koltukta tanıdığı adam oturuyordu.
"Lütfen kızıma yardımcı ol, onu koru, ne istersen yaparım"hiç yapmayacağı bir şey olan dizlerinin üstüne çöktü. Gözlerinden korku akıyordu sanki.
"Aslında... Senin için bazı çözümlerim var. Ama şartlarım da var"
"Ne olursa, ne olursa kabul ediyorum lütfen kurtar onu"
"Willma buraya gel ve kutsayanı getir"adam derin bir nefes aldı.
Köle kucağında bir bebekle geldi. Bir, belki iki yaşlarında görünüyordu.
Adam bebeği elinden alıp oturduğu koltuğa yatırdı ve üzerine toza benzeyen bir şey serperken farklı dilden bir şeyler geveledi.
Söyledikleri bitince diz çökmüş adamın önünde durdu ve kalkmasını bekledi.
Kalkınca kucağındaki bebeği ona verdi.
"Holea'nın olduğu yetimhaneye götür. Onu koruyacaktır","bu arada bana borçlu olduğun şeyi sonra söyleyeceğim".