Fedakâr Kanatlar

62 4 8
                                    

Ruhum bedenimden ayrılmış, boşluktaki bir pencereden dışarıya bakarcasına bedenimin çatıdan atlayışını izliyordu. Etraf ara ara kararıyordu. Ve tekrar tekrar aydınlanıyordu. Her seferinde aynı pencere ve aynı sahne tekrarlanıyor gibiydi.

Bedenimi katedralin avlusunda görmüştüm nihayet. Sonrası karanlık...
Gözlerimi tekrar açtım. Kendimi, bir dağın karlı zirvesinde yatarken buldum.
Karanlık aldı beni. Zamandan ve düşünceden azade kaldım. Ruhumda bir kıpırtı hissedene dek. Yaşama arzum tekrar geri verilmişti. Güçlendiğimi hissetmiştim, adeta bir bedenim varcasına.

Yattığım yerden doğruldum. Üzerimde mavi çelik bir zırh ve başımda kanatlı bir miğfer vardı. Ellerimle üzerimi yokluyordum. Neredeydim ben? Buraya nasıl gelmiştim? Bu zırh da neyin nesiydi?

Bu gün cevaplardan fazla sorum vardı. Ayağa kalktım. Keskin bakışlarla etrafa baktım. Ne güneşten ne de etrafı aydınlatan ışık kaynağından bir iz vardı. İleride, dağın kalbine giden dar bir geçit gördüm.

Geçidin tam tersi yönden (gök yüzünden) yavaş yavaş bulunduğum yere uçmakta olan 5 cisme gözüm takıldı. Durmuş aval aval onlara bakıyordum. Yaklaştıkça görüntü daha da netleşiyordu. Tam arkalarından vuran ışık yüzünden ne olduklarını zar zor seçiyordum. Nihayet görüşüm netleşti. Hikayelerde bahsedilen türde kanatlı 1,5 metre boylarında zebanileri andıran mahlukatlar (bkz: Harpy)...

Derinden çığlıklar atarak üzerime doğru hızla uçmaya devam ettiler. Düşünmekten azad olmuştum. O an sadece kendime kesin emirler veriyordum. Beynim bana Savaş ya da kaç! Emri verdi. Ellerimi belimde duran kılıç kınına attım. Sağ elimin boş kalmasıyla irkildim. Kında kılıç yoktu. Boştu.

Geçide doğru karlarla boğuşarak koşmaya başladım. Korku ve panikle nefes alıyordum. Ellerim ayaklarım ölüm korkusuyla kilitlenecek gibiydi... ikinci bir ölüm. Mahlukatlar tam başımın üzerindeydi. Alçalıp alçalıp sırtıma ve omuzlarıma saldırıyorlardı. Ellerimi rastgele başımın üzerine ve sırtıma savuruyordum.

Kendimi dar geçitten içeriye attım. Zemin çok dikdi ve boşluktaki tünelden aşağıya düştüm...

Tekrar karanlık...

Bu kez gözlerimi açtığımda bir vadideydim. Üzerimdeki giysilerde ve zırhta herhangi bir değişiklik yoktu. Bir keçi yolundaydım. Hiç düşünmeden yolda ilerlemeye devam ettim. Yol beni Selaniği tepeden gören bir yere çıkardı. Şehir adeta terk edilmiş ve her yer buzlarla kaplanmıştı. Kendi kendime " Oh.. Hayır! " dedim. Hızla karların arasından tepeden aşağıya koşturdum. Ara ara düşüp yuvarlandım. Zırhımın kıvrımlarında biriken karlar yavaş yavaş eriyip aşağıya süzülüyordu.

Şehre vardım. Batıdan gelen kervan yolunu takip ettim. Bu yol doğrudan beni Haşhaşi inine çıkarıyordu. Yürürken etrafa bakınıyorum. İskeletler, yıkık dökük yapılar, binalar ve onlarcası. Sağ bileğime baktım. Eldivenimi çıkardım. İç kısmında kanatlarını her iki tarafa doğru kaldırmış bir kuş dövmesi vardı. Çok sade ama asaletli bir duruşu vardı. İzler soluktu. Eldiveni tekrar elime taktım.

Haşhaşi inine varmama neredeyse 50 adım kalmıştı. Bulunduğum yerden meydan ve eski pazarları görebiliyordum. Etraf birden bire sap sarı bir ışıkla doldu. Gözlerim kör olacak gibiydi. Ellerimi gözlerime siper ettim. Bir süre sonra etraftan insan sesleri duymaya başladım. Işık yavaş yavaş o kör edici gücünü kaybetti. Elimi yavaşca indirdim. Buzlar gitmişti, insanlar rutin işleriyle ilgileniyorlardı, herşey normaldi.

O kadar insanın arasında çok farklı duruyordum. Ya da ben öyle hissediyordum. Mavi mavi parlayan zırhım beni farklı kılıyordu... çok farklı. Meydana doğru yürümeye devam ettim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 07, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Can KurtaranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin