Mısra'nın ağzından:
Ruhumun kamp kurduğu ateşin çevresinde vaveyla
veren bedenim, kalbimi iki yana ayırdı. Bir yanda duyulan ritim, diğer yanında çığlıklar atıyordu. Korkunun keskin kokusu ciğerlerimde yayılırken, ölü bir toprağın üstüme atıldığını hissettim."Şişt! Sarışın cadı!"
Arkamdan gelen sese aldırış etmeden, Selin hanımın beni zorla getirdiği kuaförün süslü, ama rahat koltuklarına biraz daha yayıldım. Selin hanım geldiği ilk anda midesinin bulandığını, birazdan döneceğini söyleyip kendini lavaboya atmıştı.
"Kız! Bak hiç beni takıyor mu yosma, sana diyorum renkli gözlü şey!"
Kimin ulu orta cırtlak karılar gibi bağırdığına bakmak için arkamı döndüm. İlk karşılaştığım manzara siyah bir çift pahalı gibi gözüken, erkek ayakkabısıydı. Daha sonra görüş alanıma dar kot pantolon ve biçimli bacaklar girdi. Biraz daha yukarı çıkardım gözlerimi ve yavaşça yutkundum. Ah, hayır. Tanrım!
"Ne bakıyorsun öyle bön bön? Hayır yani, güzelim biliyorum da, sapık tacizciler gibi beni iki dakikadır süzmende neyin nesi? Hadi çarpık bacaklı şey. Geç şu koltuğa da, benim sihirli parmaklarım seni bir kaplumbağadan prensese çevirsin!"
Kendime gelebilmek için silkelendim. Bu ses, o adamdan mı çıkmıştı? İrileşmiş gözlerimle tıpkı bir moron gibi adam'a\Kadın'a bakıyordum.
"Bana mı dedin?" dedim hafif kırpıştırdığım gözlerimle ona bakarken. Gözlerini devirdi ve elini yan tarafına atıp dönerli sandalyeyi kendine doğru çekti. Çenesinin ucuyla işaret edip kaşlarını çattı.
"Hâlâ bakıyor ya! Geçsene kızım şuraya, bak saçını başını yoldu-" görüş alanımıza giren Selin hanımla yerimde huzursuzca kıpırdandım. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ama buna rağmen, oldukça mutlu görünüyordu. Kahve rengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Selin hanım önemli bir şey olmadığını belirtmek istercesine gülümsedi. İstifimi bozmadan düz bir duvar gibi suratına baktım.
Yerimden kalkıp kırmızı desenleri olan kadife, tekerlekli sandalyeye oturdum. Buradaki işimiz ne kadar çabuk biterse, o kadar çabuk bana verilen odaya ve kitaplarıma kavuşurdum. Selin hanım ve Nanoş kuaförün arasında benim anlayamayacağım türden tuhaf bir bakışmaya geçti.
Dakikalar birbirini kovalarken elimdeki telefonumla ilişkiye girmiştim ve sanırım beş dakika sonra nikahımız vardı.
Adının Kerem olduğunu öğrendiğim namı-diğer kuaförümüzle sürekli göz göze geliyordum ve gözleri beni korkutuyordu. Saf kırık beyaz'a çalan gözleri lens gibi duruyordu ama lens olmadığına emindim.
Şaçlarımı elleriyle hafif dalgalandırıp bıraktı ve bir sanatçı edası ile çıkardığı şaheserine baktı. Saçımın boyuna dokundurtmamıştım. Ama aralarına fuşya renginde birer balyaj attırtmıştım. Tamam, çok çocukça duruyor olabilirdi ama ben beğenmiştim. Ve diğerlerinin ne düşündüğü umurumda bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ürkek Çocuk (Ölü Bir Ruhun Vaveylası)
Teen Fiction© Tüm hakları saklıdır! © -Genç Kurgu- Soğuk kelimelerin çınlayan sesleri bedenimde uğuldarken, göğüs kafesine çarpan kalbinin dokunuşları parmak uçlarımda can buluyordu. Ruhumda filizlenen ağacın dalları büyük bir hüsran ve gök gürültüsüne benzeyen...