Hayaller cesaret isterdi. Sürekli bir şeyler düşleyenler daima yanlız olurlar. Sonra bir bakarsın; tek başınasın. İşte tam o anda birileri devreye girer. Hayat hakkında öğütler verir. İşin ilginç tarafı herkes farklı kelimelerle aynı öğütü verir. Çünkü kimse hayatın ne olduğunu tam olarak bilmez.
Beni paramparça eden tüm gerçekler, tam kalbimin üstüne çöğreklenmişti. Nefes alamıyordum.
"Durumu nasıl?"
"Sana ne lan it!" Tanıdık sesi kulaklarımda basınç uygularken, boğazımdan yükselen iğrenç tat nedeniyle boğuk bir nefes alarak öksürdüm.
"Toprak, oraya gelirsem; seni dinlene dinlene döverim."
"Tamam lan! Kapat artık telefonu."
"Ama aşkım önce sen kapat."Toprak'ın uzaktan gelen cızırtılı sesiyle dudaklarım bir karış açıldı.
"Siktir ordan. Kahpelik yapma."Yüzümü buruşturdum.
Yatağın ucuna yaklaşan ayak sesleriyle dikleşerek oturmaya çalıştım. Ve tabi ki, başarısız oldum. Acı dolu inlemem odayı kapladı.
"Ne diye kıpırdıyorsun?" Sert sesi kulaklarımda peydahlanınca irkilerek gözlerimi kapıya çevirdim.
"Ne kadardır uyuyorum?"bana sorduğu soruyu es geçerek mırıldandım.
"18 saat. Tam tamına, 18 saattir uyuyorsun ve inliyorsun."Yüzümü buruşturdum.
"Şey... hep yanımda mıydın?" Yanımda olmasını isteyen bencil tarafım, kuşkusuz dakikalardır kulağıma fısıldıyordu."Yani..."
"Evet. 18 saat boyunca yanındaydım. Her acıyla inlediğinde yanındaydım."Yüzünde peydahlanan nefret, öfke ve acı dudaklarımın aralanmasına sebep olurken, ruhumdan gelen acı dolu çığlıkları kulaklarımı tıkayarak susturmak istiyordum.
"Sıkıldım yatmaktan." Somurttum.
"Çatma kaşlarını. Çok çirkin oluyorsun."
Homurdanarak doğrulmaya çalıştım. Karnımda hissettiğim acı dudaklarımdan bir inleyiş kopmasına neden olmuştu. Pusat, ufak bir küfür mırıldanıp hızla yanıma geldi ve beni bir çırpıda geri yatırdı. Yatağın diğer tarafı çöktüğünde, acıyla apattığım gözlerimi açtım.
Yüzümde sallanan saç tutamını eliyle geriye doğru itip, avcunu yanağıma yasladı.
"Ateşin var."
"Bu kötü bir şey mi?"
"Hayır, sanırım iyileşene kadar arada bu tür şeylerle karşılaşabiliriz."
Avuçlarından yükselen kan kokusu gözlerimi irice açmama sebep olmuştu. Sert bir nefes aldım. Yaraya pansuman yapan, Pusattı. Sanırım duş almamıştı. Avuçları tarçın kokardı. Şimdi ise kan... benim kanım.
Kömür karası saçların arkasına saklanan minik çaresiz bedenim, titreyerek kanlı avuçlarını bana uzatıyor, prangaya vurulmuş bileklerinden damlayan siyah yazıları umursamayarak, saçlarının ucundaki kırıkları parmaklarıyla saklıyordu.
"Avuçların... Kan kokuyor." Gözlerim sebepsizce dolarken mırıldandım. İrkilerek kaskatı olan bedenini yana doğru eğdi.
"İğrendin mi?" Donuk sesi tüm hücrelerimde kıvam kazanmanın değerini yaşarken, gözlerimi kırpıştırdım. Dudaklarımı avucuna yaslayıp ufak bir öpücük bıraktım. Belkide fark etmeyeceği bir haraketti fakat kasılan çenesinden hissettiğini anlamıştım.
"Hayır, niye iğreneyim ki?"
Derin bir nefes alıp sorumu yanıtsız bıraktı.
"Uyumalısın."
"Uykum yok ve yatarken canım sıkıldı."
"Hmm." Mırıldanıp yanıma uzandığında gözlerimi iri iri açtım.
"Olaya bak. Bende tam, seninle uyumak istediğimi söyleyecektim. Şansını kaybettin güzelim. Kapı orada, canının istediğini yapabilirsin. Serbestsin."
Gözlerimi kıstım.
"Hmm. Telefonunu kullanabilir miyim?" Dedim yaramaz bir ses tonuyla.
Kapattığı gözlerinden birini açıp bana baktı kuzguni mavileriyle."Ne yapacaksın telefonu?"Dudaklarım alayla kıvrıldı.
Biraz sonra yapacaklarım aklımda birer liste oluştururken, duvarların üstündeki, Mısra gözlerini iri iri açıp, mantığını ters düşüren kelimeleri avuçlarıyla silmeye çalıştı.
Üstümdeki tişörtü bir çırpıda çıkartırken mırıldandım:"Toprak'ı arayacaktım. Belki beni gezmeye götürebilir. Bilemiyorum. Filmde izleyebiliriz."Şimdi karşısında sadece siyah iç çamaşırlarımla duruyordum.
Toprak'ın ismini andığımda bakışları beni bulmuştu ve beni ürkütecek bir hızla ayağa fırlamıştı. Bir adım geriye gitmeye çalıştım fakat sırtımı delip geçen dolap, bedenime ve ayaklarıma engel oldu.
Yavaş ve tesirli hareketlerle üstüme doğru ilerledi. Vücudumu ele geçiren kasılmalar, beni şoka uğratırken, histerik bir korkuyla yutkundum.
Ellerini arkamdaki dolaba yaslayıp, gözleri kıstı. Burnundan verdiği nefesler dudaklarıma çarpıyor, elmacık kemiklerimde dağılarak, köprücük kemiklerimde yayılıyordu.
"Çok cesursun." Dedi, yalın bir ses tonuyla. Heybetli bedeni nefes almamı engelliyordu. Sınır ihlali yapması bile bunun için bir ön görüydü.
"Ne demek istiyorsun?"
"Diyorum ki, seni tam şuanda, burada..."
Burnunu boynuma sürtüp derin bir nefes aldı. İrkildim.
"Bu kadar güzel kokmamalısın." Ellerini belime dolayıp, sıkıca sarıldığında, kapının altından sızan katran kokusu midemi al aşağı etmiş, sığındığım tüm yalanlardan beni men etmişti.
"Pusat..." dedim, nefes nefese. Bana sarılmasını istemiyordum. Korkuyordum. Eğer bana güven aşılayan bu kolların sahibine alışırsam, kanlı ellerimle dizdiğim taşlar, birer birer yıkılacaktı ve beni bir başıma terk edilmiş duyguların cesetleriyle yalnızlığımdaki ince ipin üstünde bırakacaktı.
"Yapma. Bana sarılma." Dudaklarımdan çıkan her bir harf, kıvrılarak dilimi yakmıştı. İçim acıyla büküldü.
"Sana..." ellerini mümkünmüş gibi daha çok sıkılaştırdı." İstediğim zaman sarılırım, Ürkek. Ve sen bunu engelleyecek hiç bir şey yapamazsın. Şimdi bu anın tadını çıkarmaya çalış. Çünkü sana, kolay kolay bir daha sarılmayacağım."
Nefesim boğazımda takılı kalırken, siyah sayfalar mühürlenmiş olduğu prangalardan izinsizce sıyrıldı. Kalbim mümkünmüş gibi daha da hızlandı. Etraf kararırken son kez yutkunduğunu işittim.
"İçimin acısı. Sen, deniz. Ben, bulut. Bak güzelim. Denizine ağlıyor bulutlarım."
--Şevval Varol
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ürkek Çocuk (Ölü Bir Ruhun Vaveylası)
Teen Fiction© Tüm hakları saklıdır! © -Genç Kurgu- Soğuk kelimelerin çınlayan sesleri bedenimde uğuldarken, göğüs kafesine çarpan kalbinin dokunuşları parmak uçlarımda can buluyordu. Ruhumda filizlenen ağacın dalları büyük bir hüsran ve gök gürültüsüne benzeyen...