9. Bölüm: "PARAMPARÇA"

161 10 17
                                    


Midemde uçuşan siyah kelebekler, sanki tek uğraşları benmişim gibi sürekli katran karası kanatlarını midemin duvarlarına çarpıyorlardı. Göz kapaklarımın altında yatan bütün kelimeler inzivaya çekilmişti. Ruhum tüm çıplaklığıyla gözlerime yansımak için can atarken, Mısra, avuçlarının arasında tuttuğu cam parçalarının ellerini kesmesini önemsemeden, şok olmuş gözlerle ikimizi izliyordu.

İkimiz...

Bu kelimeyi sevmiştim.

Pusat, elini yanağıma koydu. İrkilerek ne zaman kapattığımdan bir haber olduğum gözlerimi açtım. Sıcacık avucu, sanki kalbimi şefkatle kucaklıyordu. O, var olduğundan şuana dek şüpheli olduğum bölge, hiç yaşamadığım bir duyguyla sarsıldı. Gözlerimi iri iri açıp, kesik bir nefes aldım. Kalbim bir kaç kere tekledi. Çok hızlı atıyordu. Aldığım nefesler boğazımda takılı kalırken, daha hızlı nefes almaya başlamıştım.

Pusat, mezarlarını bir an olsun gözlerimden ayırmazken, ben henüz başlamıştım onu incelemeye. Çokta uzun olmayan minik burnu, mavi, hurma büyüklüğündeki kısık bakan gözlerine çok yakışıyordu. Dudakları... Ah, şuan o kadar davetkâr duruyorlardı ki. Yutkunarak kıvrımlı, dolgun ve vişne rengindeki dudaklarından ayırdım gözlerimi. Fakat bu sefer şeytanın arsız avına o takılmıştı sanırım. Dudaklarıma bakarak kısık bir küfür savurdu.

Ben daha ne olduğunu anlayamadan yaptığı hamleyle nefesim içime kaçarken, gözlerim iri iri açılmıştı. İnleyip, dudaklarını dudaklarıma biraz daha bastırırken, bir eliyle göğsümden beni yatağa doğru ittiriyordu. Sonunda pes edip yatağa uzandığımda, ağzımı aralamak için üst dudağımı ısırdı. Dehşetle karışık acının getirdiği yoğun ateşle inleyip dudaklarımı araladığımda, dilini dilime doladı.

Geri çekilip gözlerini açtığında, mavi mezarlarındaki siyah lekelerin genişlediğini görünce korkuyla kayarak geriye gitmeye çalıştım. Belimden sıkıca tutması beni engellemişti. İkimizde hızlı hızlı nefes alıp verirken, Pusat başını boynuma gömüp, derince yutkundu. Ellerim istemsizce saçlarına uzandı. Parmaklarımın arasına giren saçları, ben oynadıkça dağılıyordu ve yoğun misk kokusunu ciğerlerime nakş ediyordu. Dudaklarım kopacakmış gibi tatlı tatlı sızlıyordu.

"Annem beni hiç sevmedi, Mısra."

Boğazım düğüm düğüm olurken, ruhum paramparça olup etrafa saçıldı. Bunu neden söyleme gereği duymuştu? Gözlerimi kapatıp, burnumu saçlarına bastırdım. Tek yapabildiğim buydu. Bedeni kasılınca saçlarıyla oynayan parmaklarım kendiliğinden durdu.

"Hayır, durma oyna." İtiraz edip, küçük bir çocuk gibi bana sığınırken, burnum sızlamaya başlamıştı.

"Eğer rahatsız oluyorsan oynama..."

"Saçlarımla oynanmasına izin verdiğim ilk kişi sensin. Eğer bu itirafım yeterli geldiyse, artık şu uzun, biçimli ve yaşının tutmadığı hâyâller kurduğum parmaklarını oynat." Dedi homurdanarak.

Saç diplerimden parmak uçlarıma kadar uzayan bir elektrik akımı bedenimi hükümü altına alırken, kulaklarım, kalbimin uyguladığı fazla basınç yüzünden uğuldamaya başlamıştı. Dehşet, tüm gerçekçiliği ile kanlı parmaklarıyla, Pusat'ın aşılmaz perdesini bir çırpıda yırtarken, gözlerim çoktan dolmuştu. Bana ne olduğunu, o duygunun ne olduğunu ve varlığından şüphe ettiğim şeyin canlanma sebebini biliyordum.

Parmaklarım tekrar hareket etmeye başladığında, Pusat'ın gevşediğini hissetmiştim.

"Terbiyesiz imalarını kendine sakla, Pusat." Dedim, yüzümü buruştururken. Hâlâ beni öpmüş olmasındaki ıslak dehşeti taşıyordum kelimelerimde.

Ürkek Çocuk (Ölü Bir Ruhun Vaveylası)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin