Mısra'nın ağzından:
İçimde kanatlanan siyah kelebeklerin, kanatlarının, şeffaf dokusunu hissediyordum. Prangalara vurulmuş gerçekler, tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Lal olan dilimin üzerinde uyuşturucu taşıyormuş gibiydim. Gözlerim hariç bütün bedenim uyuşmuştu. Her saniye eksiliyordu bir şey. Yavaş yavaş yok oluyordum. Ben... Tükeniyordum.
Televizyonda beliren siyah saçlı kadının bedeniyle, irkilerek gözlerimi kocaman açtım. Yeşilimsi irislerim kısaca bulunduğum ortamı taradı. Pusat, bir tarafımda Toprak, diğer tarafımda oturuyordu. Büzüşmüş bedenimle iki tane hayvanın arasında kalmıştım. Toprak'ın vücudu, Pusat'ın vücudu kadar kaslı olmasada, hakkını yememek lazımdı.
Kaşlarımı çattım.
Neden onları karşılaştırıyordum ki?
Toprak yediği tokattan sonra, bir süre kendine gelememişti. Erdem bey yaptığım bu saygısızlık hakkında yorum yapmayıp, beni utandırmak istememişti. Selin hanım... O sadece bana güven veren bir ifadeyle bakıp, ortalığı yatıştırmış ve olası bir kavga fırtınasına engel olmuştu. Geç saatlerde evde olacaklarını söyleyip, çok büyük bir hata yaparak beni akıl sağlıkları yerinde olmayan iki insana benzeyen yaratıkla baş başa bırakmışlardı.
Korkuyor muydum? Hayır.
Peki bu korkmayacağım anlamına mı geliyordu? İşte bundan pek emin olduğum söylenemezdi.Korku filminin sesinden soyutlanan kulaklarım, dikkatle pencereye çarpan yağmur damlalarına takıldı. Minik damlalar pencereden hızla süzülüyordu. Eskiden babam bana; her bir damla ile, yeryüzüne bir meleğin indiğini söylerdi. Bunun doğruluğunu bilemezdim. Fakat babama inanırdım. Ne olursa olsun o zamanlar babam herkesin babasından güçlü ve akıllıydı. Şimdiyse hiç bir şey değişmedi. Hâlâ akıllı ve güçlü benim gözümde.
İç çekerek olduğum yerden, çocuklara temas etmeden sıyrıldım. Pusat büyük bir dikkatle yaptığım her hareketimi belleğine kazımak istercesine izlerken, daha bir kaç saat öncesinde ki yakınlaşmamız aklıma gelince ürperdim. Kanımın yanaklarımda toplandığını hissettim.
Siyah'a yakın olan saçları ekranda parlayan ışıkla bütünleşti. Gözlerinin denizi tufan olup beni içine çekmeye çalışıyor, karanlıkta bile kendinden emin bir şekilde parlıyordu. Gözlerinden bile öz güven akıyordu. Gözlerimi kaçırarak panduflarımı ayağıma geçirdim. Toprak bir saniye bile yüzüme bakmamıştı. Koltukta bağdaş kurmuş pür dikkat ekrana bakıyordu. Yüzümü buruşturdum. Hiç mi korkmuyordu?
Ayaklarımı sürüyerek merdivenlere ilerledim. Kısa bir duş alıp uyumak istiyordum. Çok üşüyordum ve bunun normal olmadığını biliyordum. Şuanda banyo yapmaktan caymam için güzel bir sebepti. Ama evin içinde de kokuşmuş sokak kedileri gibi dolaşamazdım.
"Nereye böyle kaçar gibi? Benden bu kadar rahatsız olduysan söylemen yeterli. Rahatını bozmana gerek yok, ben senin yerine giderim."
Olduğum yerde durup, omzumun üstünden Toprak'a baktım. Ne saçmalıyordu?
"Seninle bir alakası yok." dedim, ama o bana değil ekrana bakıyordu. Pusat'ın gözleri üstümde geziniyordu. Hissediyordum."tamamen benimle alâkalı. Uykum geldi."
Kısa bir sessizlik yaşandı.
"Peki. İyi geceler."
Kafamı salladım."sanada." dedim mırıldanarak. Duyup duymadığından emin değildim.
Odama girip kıyafetlerimi ayarladım. Bonyoya girdikten sonra kapıyı kilitleyip işimi sağlama aldım ve üstümdekileri çıkarmaya başladım. Küvetin içine ayak bastığımda anılar beni uçuruma doğru itti. Titredim. Vücudum ılık suyun altında gevşemeye başlamıştı. Elimi rafa attığımda, rafta duran şampuanın bana ait olmadığını mavi renginden anlamıştım. Omuz silktim. Bunu takamayacak kadar yorgundum. Tuba bittiğini anlayınca değiştirmiş olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ürkek Çocuk (Ölü Bir Ruhun Vaveylası)
Teen Fiction© Tüm hakları saklıdır! © -Genç Kurgu- Soğuk kelimelerin çınlayan sesleri bedenimde uğuldarken, göğüs kafesine çarpan kalbinin dokunuşları parmak uçlarımda can buluyordu. Ruhumda filizlenen ağacın dalları büyük bir hüsran ve gök gürültüsüne benzeyen...