4 futbol sahası büyüklüğünde bir yere yapılan kocaman kırmızı bir okulun bahçesine arabamı park etmeyi başarabilmiştim. Bir haftadan beri İngiltere'deydim ama hala yolun akışının zıtlığına alışamamıştım. Kendimi tanımlarken hep "ortamlara kolay adapte olan biri" tabirini kullanırdım ama buna alışmam zaman alacak gibi görünüyordu. Yeni okuluma alışmamın daha hızlı olacağına adım gibi emindim. Sonuçta 10 yılda 5 ülke değiştirmiş bir insanım ben. Benim için artık çok da şaşırmadığım doğal bir faaliyet olmuştu okul değiştirmek. Burak yanımdayken bunu yapmak daha kolaydı tabi ama Ahmet amca -Burak'ın dedesi- zorlu hastalık döneminde biricik torunu Burak'ı yanından ayırmak istememişti. Bende beni çok seven(!) anne ve babamı daha fazla rahatsız etmemek için Burak olmadan gelmiştim buraya. El mahkûm birkaç hafta katlanacaktım artık.
Ben arabanın içinde oturmuş okulu izlerken bahçedeki kalabalık artmış, bütün yaz tatili boyunca görüşemeyen gruplar hasret gidermeye başlamıştı. Muhabbetin tam olarak ne üzerine olduğunu adım gibi biliyordum. Yaz tatilinde yapılan partiler, gidilen "pahalı" tatil köyleri, alınan son moda kıyafetler ve birbirlerine hava atmak için yapılmış bir sürü gereksiz şey daha.
Grup halinde gezmeyen birkaç zavallı şaşkın şaşkın etrafına bakıyordu ki bu onları hiç sorgulamadan 1.sınıf kategorisine koymam için yeterliydi. En fazla 1 ay sonra ortama ayak uydurmayı başaracaklarına emindim ama.
Kızların kıyafetlerinden, erkeklerin tiplerinden, park alanındaki arabaların markalarından bile bu okulun zengin çocuğu kaynadığını anlamak mümkündü. Babam abime okul konusunda talimat verirken sadece bu noktaya dikkat ederdi zaten. "Bak oğlum adımıza yaraşır bir okula yazdır kardeşini." Eh okulun göz kamaştırıcı görüntüsü de abimin babamı ne kadar fazla dikkate aldığını gösteriyordu.
3 binadan oluşan okulun üçü de kırmızıydı. Eğitim binası olduğunu tahmin ettiğim yerin ortası boydan boya camlarla kaplıydı. Bölümün bütün dersleri bu binada yapılıyormuş. Diğer üniversitelerin aksine bölümleri kendi içinde bir dünya gibi planlamaları bence çok mantıksızdı ama önyargılı olmamakta yarar vardı. Sağındaki yapının spor salonu, solundakini ise yurt olduğunu binaların üzerindeki kocaman tabelalardan anlamıştım.
Artık okula girip kayıt işlemlerimi yaptırmam ve " yeni arkadaşlarımla" tanışmam gerekiyordu. Yan koltuktaki çantamı boynumdan geçirip kayıt için gerekli belgelerimi de koltuk altıma sıkıştırdım ve kapıyı açtım. Arabanın anahtarlarını çantanın içine atarak telefonumu çıkardım. Burak okula gider gitmez bana haber ver diye başımın etini yemişti dün gece.
"Sensiz okulda ilk günüm :(. Merak etme, enişte ve yenge adaylarını gözden geçiririm."
İki adım bile atamadan cevap gelmişti.
"Sadece yenge adaylarını gözden geçir. Damat adaylarına ben gelince bakarız. İlk gününde iyi şanslar meleğim."
Mesajı okurken yüzümdeki tebessüme engel olamamıştım. Mesajdan çok mesajın içine itinayla yerleştirilmiş anlama gülüyordum.
"Ben gelene kadar beş metre yakınına erkek sinek bile yaklaştırma çünkü Türkiye'den gelip damat adayını dövmek benim için zor olabilir." demeye çalışıyordu Bay Odun.
Bir yıldır yanıma kimseyi yaklaştırmayan birinin bu mesajı atması normaldi tabi. Normal olmayan benim bu mesaja verdiğim tepkiydi. Aslında üzerimde böyle baskı kurulmasından nefret ederim. Ergenliğe girdiğim dönemlerde kendimce özgürlüğümü ilan etmiştim ve 21 yaşında olmama rağmen bu konudaki tutumumdan vazgeçememiştim. Ama karşımdaki Burak olunca tepkilerim büyük bir hızla değişime uğruyordu. Benim için her zaman ikinci bir abi olan Burak'ı kaybetme korkusu davranışlarımın önüne geçip beni yönlendiriyordu. Dışarıdan bakınca onun egemenliğinde yaşayan zavallı biri gibi göründüğümü biliyordum ama garip bir şekilde tam tersini hissediyordum. Sanki onu yönlendiren benmişim gibi. Telefonumun mesaj sesiyle kendime gelip hızla mesajı açtım.
"Uçak biletimi alayım mı? Cevap yazmamanı damat adayını zaten bulmuşsun dışında hiçbir şekilde yorumlayamadım da."
"Al o uçak biletini sen. Yarın düğünüm var. Erkenden gelmiş olursun. :)"
"Ah demek öyle. Buradan hediye olarak ne getireyim? Damatlık almadıysanız kefen getirebilirim."
"Damadın beden ölçülerini yazayım mı? Ezberimde var."
"Tamam, yeter bu kadar saçmalık. Şimdi çok fazla etrafına bakmadan doğru sınıfına git. Sakın bir erkeğin yanına oturayım da deme!"
"Peki abicim, istersen cam fanus içinde gezeyim!?"
"Öyle bir şey mümkünse neden olmasın canım kardeşim? Dedemin yanına gitmem lazım artık güzellik. Kendine dikkat et. İyi dersler."
"Tamam. Ahmet amcaya selamlarımı ilet."
Burak'la mesajlaşırken okul binasının içine girmiş ve bilmediğim bir yöne doğru ilerlemiştim. Muhtemelen kaybolmuştum. Okulun girişinde bir tabela gördüğümü hatırlar gibi olunca arkama dönüp geldiğim yönde ilerlemeye başladım.
Abim okuldan bahsederken Londra'nın müzik aktivitelerindeki en aktif okulu olduğunu söylemişti. Panolarda gördüğüm afişlere ve çoğu öğrencinin taşıdığı enstrümanlara bakarak bunu anlamak çok kolaydı.
Sonunda okulun girişine gelip nereye gideceğimi gösteren tabelanın önünde durdum. Öğrenci işlerinin az önce gittiğim yönün tam aksi yönünde olduğunu anlayınca sıkıntıyla iç geçirdim ve vakit kaybetmeden okla gösterilen yöne doğru ilerledim. Bir an önce bu işleri halledip rahatlamak istiyordum. İnsanlara yer sormaktan hoşlanmadığım için diğer tabelayı görene kadar ilerleme kararı aldım. Tabelayı gözden kaçırmamak için başımı sürekli yukarı kaldırıp duvarları gözden geçiriyordum ki bir anda sağ tarafımdan biri hızla bana çarptı ve elimdeki belgelerin hepsi yere düştü. Kumral, uzun kahverengi saçlı, topuklu giymesine rağmen hemen hemen benimle aynı boyda olan çok güzel bir kızla çarpışmıştım. Duvara çok yakın yürüyordum ve tabelayı aradığım için dönerken birine çarpabileceğimi düşünmemiştim. O da sinirli olduğu için fark edememişti muhtemelen. Çünkü bana çarpmadan hemen önce;
"Göstereceğim hepsine, bu defa doğru kişiyi bulduğumu kanıtlayacağım onlara."
diye söylenirken adeta burnundan soluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK PARÇALAR
Romance"Dudaklarımı dudaklarına bastırmadan önce gözlerimi kapatıp fısıldadım. -Özür dilerim ama lütfen bana yardım et..." Hayatımın dönüm noktası olan bu yedi kelime, otuz iki harf beni cennetin yamaçlarına mı bırakacaktı yoksa cehenneme mi gömecekti?