Aklım ve kalbim bulabildikleri tüm silahları kuşanıp birbirlerine savaş açmışken ben bu kargaşadan arkama bile bakmadan kaçmak istiyordum. Biri artık geçmişi silmem konusunda ısrar ederken –ki bu konuda ısrar eden kesinlikle kalbimdi- diğeri kendi içime kapanıp bir daha böyle bir durumla karşılaşmamak için elimden geleni yapmam gerektiğini söylüyordu.
Savaş alanında kan gövdeyi götürürken ben elimde şarabımla karşımdaki mükemmel Londra manzarasını seyrediyordum. Kalbim ve beynim emirlerinde çalışan bütün askerlerini savaşa çağırdıkları için manzaraya bomboş bir şekilde bakıyordum.
Bütün akşam David'le sohbet etmiştik. Daha doğrusu o konuşmuş ben de dinlemiştim. O kadar doğal bir şekilde muhabbetin içine çekiyordu ki beni, onu tanımak zorundaymışım gibi hissediyordum. Sohbet esnasında bu samimiyet rahatsız etmiyordu belki ama gece bitip yalnız kaldığımda iç dünyamda 3.dünya savaşı başlıyordu. Ve ben maalesef tarafları barış anlaşması imzalamaya yanaştıramıyordum.
En iyi çözümün yatağa gitmek olduğuna karar verip ışığı söndürdüm. Gece lambasının ışığında valizlerimden birinde olan kitabımı aramaya başladım. Valizlerimi boşaltmaya gerek duymamıştım. Burak 2-3 haftaya gelecekti zaten. Bir şeyleri arayıp bulamadığım zamanlar hariç bu durumla herhangi bir problemim yoktu. Ama tam da bu zamanlarda keşke üşenmeyip valizlerimi boşaltsaydım diye düşünüyordum.
Hâlâ deli danalar gibi kitabımı arıyordum ama ayağımı yatağın ayağına 3.kez vurduktan sonra Burak'tan öğrendiğim orijinal küfürler eşliğinde kitap okumaktan da vazgeçtim. Yarın sabah beyin hücrelerim daha normal fonksiyonda çalışırken kitabı bulup masanın üstüne koyardım artık.
***
Erken kalkmaktan nefret ediyorum.
Alarm sesinden de nefret ediyorum.
Erken kalkmama gerek yokken sadece alarmı kapatmayı unuttuğum için erken kalkmaktan daha çok nefret ediyorum.
Güne bu kadar nefretle başlamak bir gün beni öldürecekti.
Belki tekrar uyurum diye yatakta yarım saat kadar debelendim ama içten içe uyandıktan sonra uyuyamayacağımı biliyordum. Sonunda yataktan kalkıp önümdeki eşyalarımı ayaklarımla itip kendime yol açtım. Banyodaki işlerimi hallettikten sonra eşofmanlarımdan birini giydim. Siyah sporcu atletimin üstüne bir ceket geçirip biraz para, telefonum ve kulaklığımla beraber dışarı çıktım.
Sabahları insanlar bir yerlere yetişmeye çalışırken yanlarında sakince yürümek bana huzur veriyordu. Sanki dünya senin için dönmeyi bırakmış, sanki zaman senin için durmuş diğer insanlar yaşantılarına devam ederken senin onları izlemene izin vermişler gibi hissettiriyordu.
Resepsiyonun önünden geçerken odamı temizlemesi için birilerini göndermelerini söyleyip dışarı çıktım. Otelin etrafını biraz gezdikten sonra acıktığımı fark edip tekrar otele doğru yürümeye başladım. Resepsiyondaki adamın sıcak gülümsemesini bir baş selamıyla karşıladıktan sonra odama çıktım ve rahatlatıcı bir duş aldım. Kahvaltımı yaptıktan sonra okul için hazırlanmaya başladım. Her zaman olduğu gibi yine aldığım kararları uygulamak için sabırsızlanıyordum. Kimseye bulaşmadan Burak'ın gelmesini beklemek hayatım boyunca aldığım gerçekleşmesi imkânsız kararlarımdan birisi değildi sonuçta, değil mi?
***
Aslında tam olarak öyle bir karar olduğunu okulun bahçesine park ettiğim arabamdan iner inmez anlamıştım. Kate bugün beni arkadaşlarıyla tanıştıracaktı ve bu yüzden fazlasıyla heyecanlıydı. Chris bizimle aynı fakültede okuyormuş ama 2 gündür okula gelmediği için bir türlü tanışamamışız. Kate'in sevgilisi Jason ve diğer arkadaşları Stephen bizim fakültede okumamalarına rağmen her öğle arasında yemeği beraber yiyorlarmış. Biz de bu öğle arasında beraber yemek yiyecekmişiz. Öğle arasına kadar arkadaşlarının nasıl insanlar olduğunu anlatıp durdu. Anladığım kadarıyla Jason grubun soğuk insanı oluyormuş. Kimseyle doğru düzgün muhatap olmamakla birlikte grupta da konuşmak yerine izlemeyi tercih edenlerdenmiş. Bu yüzden bir olay olduğunda ilk Jason'ın fikri soruluyormuş. Stephen ise grubun neşeli olanıymış. Fazlasıyla eğlenceli, fazlasıyla samimi bir insanmış. Yani Jason'ın tam tersi. Chris ise tam olarak ikisinin arasında bir yerdeymiş. Ama tanışınca anlayacakmışım ki aralarında anlaşması en zor olan insan oymuş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK PARÇALAR
Romance"Dudaklarımı dudaklarına bastırmadan önce gözlerimi kapatıp fısıldadım. -Özür dilerim ama lütfen bana yardım et..." Hayatımın dönüm noktası olan bu yedi kelime, otuz iki harf beni cennetin yamaçlarına mı bırakacaktı yoksa cehenneme mi gömecekti?