Gözlerimi tanımadığım bir odada açınca ilk yaptığım şey üstümdeki kıyafetlere bakmak oldu. Kıyafetlerimin üstümde olduğunu onayladıktan sonra rahat bir nefes almıştım ki tanımadığım bir odada gözlerimi açtığımı hatırladım. Yatağın içinde hafifçe doğrulup gözlerimle odayı taradım. Nerede olduğumu anlayabileceğim bir şeyler gözüme takılır diye umut ederken yatağın hemen sağında ki komodinin üstünde çantamı fark ettim. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp çantama uzanmıştım ki arkasındaki çerçeve dikkatimi çekti. Kate, Chris, Stephen ve Jason'ın objektife gülümsediği fotoğrafı elime alıp incelemeye başladım. Jason hafif bir şekilde tebessüm ederken diğer üçü kocaman sırıtıyordu. Fotoğraf insanda üç çocuğunun yaramazlığına katlanan bir baba hissi veriyordu. Ve ben o üç çocuktan birini az önce öpmüştüm. Gerçi havanın kararmaya başlamasını hesaba katarsak az önce değil saatler önce öpmüş oluyordum ama konumuz bu değildi.
Allah'ım ben ne yapmıştım? Cem'in beni öylece göndermeyeceğini biliyordum.
Bir olay çıkmadan asla okul bahçesinden çıkmama izin vermezdi ama o olay birini öpmem olmak zorunda mıydı?
Üstelik öptüğüm kişi özrünü kabul etmeyip havalı bir şekilde arkamda bırakmayı düşündüğüm Chris olmamalıydı. Nasıl olduğunu bilmesem de Burak'ın, Cem'in geldiğinden haberi olduğuna emindim. Kesin çok merak etmiştir. Arayıp iyi olduğumu söylemeliydim ama telefonumun nerede olduğunu bilmiyordum. Çantamın içinde de olmadığına göre odadan çıkıp Chris'e sorsam iyi olurdu. Yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum ama karşılaşmak zorunda olduğumuza göre bunu ertelemenin bir anlamı yoktu. Şu an Chris'in evinde olduğumu düşünerek yataktan kalktım ve çıplak ayaklarımla odada ki iki kapıdan birine doğru yürüdüm. Muhtemelen birisi banyoya açılıyordu ama hangisinin çıkış kapısı olduğunu anlayamayacağım için bana en yakın olanı seçtim.
Bu kadar basit bir seçimde bile şansız olur mu bir insan? O insan bensem olur efendim bal gibi olur hem de. Şansıma küfrederken diğer kapıya doğru yürüyordum ki pencerenin hemen önündeki tek kişilik koltuk dikkatimi çekti.
Aslında koltuk değil de üstündeki gitardı dikkatimi çeken. Allah'ım sana geliyorum. Bu mesafeden bile gitarın güzelliği beni mest ettiyse yanına gidince dokunmadan duramazdım. Geçen yıl sinir krizi geçirdiğim bir anda en sevdiğim gitarımı kırmıştım. O zamandan beri hiçbir gitara elimi sürememiştim. Kendimi gitarıma ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. Bu yüzden gitara doğru yürürken içimden "güzelliğinin seni kandırmasına izin verme, gitarına ihanet edemezsin." diyerek kendime gaz veriyordum. Ateş kırmızısı gitarın önüne gelince sadece tellerine dokunmak için kendime izin vermiştim bile. Elimi çekinerek gitara doğru uzatmıştım ki arkamdan gelen sesle yerimden sıçradım.
-O gitarın bu zamana kadar kimseyi yediğini görmedim. Dokununca da kırılmaz merak etme.
Kapalı olan kapının açıldığını fark etmemiştim bile. Muhtemelen iç sesimin bağırarak bana gaz verdiği zaman açmıştı kapıyı.
-Korkuttun beni. Kapıyı açtığını fark etmemiştim.
-Uyuduğunu düşünüp sessiz olmaya çalıştım ama gitarın seni hipnotize edeceği aklıma bile gelmemişti.
Yüzünde korktuğum gibi bir bakış yoktu. Ya kızacağını ya da bilmiş bir şekilde gülümseyip sinirlerimi zıplatacağını düşünmüştüm ama Chris'in yüzünde sadece ufak bir tebessüm vardı.
-Şey... Bana kızdın mı?
Sorduğum soruyla kaşlarını çattı ve arkasını dönüp giderken konuştu. Tabi ben de onu dinlerken dokunamadığım gitara son bir bakış atıp arkasından yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK PARÇALAR
Romantizm"Dudaklarımı dudaklarına bastırmadan önce gözlerimi kapatıp fısıldadım. -Özür dilerim ama lütfen bana yardım et..." Hayatımın dönüm noktası olan bu yedi kelime, otuz iki harf beni cennetin yamaçlarına mı bırakacaktı yoksa cehenneme mi gömecekti?