Resmen kovar gibi dışarıya göndermiştim. Üzerimi giyindikten sonra onu tekrar çağırdım. Yaram iyileşmek üzereydi ama yine de temizlemek ve ilaç sürmek gerekiyordu. Bitkileri karıştırdığı kabı alıp içinde bir şeyler ezmeye başladı. Sargımı çıkarıp yarayı iyice temizledi. Acıdığını belirtmek için mırıldandığımda da biraz daha yavaş yapmaya başladı.
''Bugün biraz daha iyi. Tamamen iyileşmen için bu ilacı birkaç gün daha sürmemiz gerekiyor. Ama bunun için biraz bitki toplamam gerek.''
''Eğer senin için sorun olmayacaksa, ben de gelebilir miyim? Küçüklükten beri bitki toplamayı çok severim, annemle yaylaya gittiğimizde hep yapardık.''
Beraber dışarı çıktık. Atlardan birini seçmemi istedi ve yola koyulduk. Yaklaşık bir saat gitmiştik.
Attan indiğimde burnuma buram buram ceviz yaprağı kokusu geliyordu. Diğer bitkilerin kokusu da birbirine karışıyordu ama ne olduklarını bilmiyordum.
''Bu torbaya ceviz yapraklarından ve şu ilerde gördüklerinden toplayıp koyacaksın.''
Elime torbayı tutuşturdu ve göz kırpıp yanımdan uzaklaştı. Ah,o göz kırpması yok mu? O da biraz ilerde ıhlamura benzer bir ağaçtan bir şeyler toplamaya başladı. Arada bir rulo şeklindeki kağıtları okuyup başka yerlere yöneliyordu. Bitkileri toplarken büyük bir özen gösteriyordu, tıpkı mücevher işleyicisi gibi ince ince yapıyordu işini...Onu bu halde uzun uzun seyretmek istiyordum.
''Gözlerinle içimi deldin geçtin resmen, bana bakmaya ara verip artık şu bitkileri toplasan diyorum?''
''Ha? Ha, tamam ya...''
Ben de diyorum niye bugün sözleriyle bozmadı beni? Bu anı beklemiş...Dayanamadı yaptı yine.
Arkamı dönüp bitkileri toplarken sırıttığını farkedebiliyordum. Aniden dönüp baktığımda sırıtmasını silip önüne döndü ve toplamaya devam etti. İçten içe kıs kıs güldüm.
Doğrulup ileri bakarken mor renkte bir düzlük gördüm. Meğerse bu çiçekler yeni açılmış,koşa koşa gittim. Gözlerime inanamıyordum. Mosmor çiçekler kocaman bir alan kaplamıştı. Hafif soğuk rüzgarın çiçeklerin kokusunu yüzüme çarpmasıyla çok fena aşka geldim.
Arkamda ayak sesleri duymuştum. Akhan geliyor olmalıydı. Ama döndüğümde hiç kimse yoktu. Hatta Akhan hala kendi yerinde bitki topluyordu. Ayak sesi duyduğuma adım gibi emindim ama Akhan'ın o kadar yolu şaka yapıp tekrar dönemeyeceği de kesindi. Sağ tarafımdaki kayada bir karartı farketmiştim. Yavaş adımlarla Akhan'a doğru yürüdüm ve birden koşmaya başladım. Tam o anda siyah giyimli bir adam belimden kavrayıp ağzımı kapattı. Elini ısırıp Akhan'a doğru bağırdım.
''Akhan! Akhan koş hemen! Git buradan!''
Akhan'ın arkasını dönüp beni görmesiyle,2 adam tarafından kollarından yakalanması bir oldu.
''Günay! Günay!''
Adam belimi daha kavrayarak nefes almamı zorlaştırıyordu. Bağırdığım halde sesimin çıkmadığının farkındaydım. Akhan adamlara karşı koymaya çalışıyordu. Her seferinde ellerinde kurtulmuştu ama en son arkasından bir darbeyle onu bayıltmışlardı. Onu öyle görmeye dayanamadım. Gözyaşlarım yanaklarımı yakarken adamlar ağzımı bağlamıştı. En son gözlerimi de kapayıp nereye gittiğini bilmediğim bir yola çekiştirmeye başladılar.Bir at üzerine bindiğimi hatırlıyorum. Ayrıca hızla gittiğimizi... Atı süren adam düşmeyeyim diye kollarıyla beni sabitliyordu. Bağırmaya çalışıyordum ama her seferinde sesim içimde kırılıyordu. Olan sadece boğazımı zorlamak ve acıtmaktı.
Bir süre sonra durduk. Önce adam indi. Sonra da belimden tutup beni yere indirdi. Aslında yere savurdu desek daha iyi. Yanağımda toprak zeminin soğukluğu vardı. Anlamadığım bir dilde bana bir şeyler savurup kolumdan çekiştirdi ve yine savurdu. Ani bir hareketle gözümdeki örtüyü çıkardı. Aniden bir ışık gelmesiyle gözlerimi kapattım ve yüzümü buruşturdum.Işık gözlerimi acıtıyordu. Ortamı da net göremiyordum.Birkaç saniye sonra görüntü netleşmeye başladı. Karşımda kol bölümü geniş,altın sarısı uzun bir kıyafeti olan, saçları topuz bir adam vardı. Kıyafetindeki işlemeler o kadar büyüleyiciydi ki çok büyük bir uğraşı ürünü olduğu çok belliydi.
Bana bakıp anlamadığım bir dilde mırıldanıyordu. Pis sırıtmasından hiç de iyi bir şey demediğine emindim. Gözleriyle ağzımı işaret edip muhafızlarından birinden açmasını istedi.
''Ne söylediğini anlamıyorum..''
Yine iğrenç bir şekilde gülüyordu. Üzerine yürümek istedim ama yandaki adamın biri önüme çıktı.
''Akhan nerede? Çabuk yerini söyle onun nerede?''
''Ooo güzellik, sinirlenme bu kadar, sakin ol.''
Ne yani dilimden anlıyor muydu?
''Sen! Sen nasıl anladın beni?''
'' Yıllar önce savaş sırasında esir aldığım bir Hundan öğrendim. İlk başta dediklerimi yapmasa da vücuduna aldığı birkaç darbeden sonra kabul etmek zorunda kaldı.''
'' Sen! Sen ne pisliksin!!''
Üzerine doğru yürüdüğümde bir tokadıyla yeri boyladım. Yandaki askerlerden biri yine hırpalayarak beni kaldırdı.
''Bir Çin Kralına nasıl davranılacağını öğrenememişsin güzellik...Ben sana ne yapacağımı çok iyi bilirim.''
Kollarımdan sıkıca kavradılar ve beni dışarı çıkardılar. Tekmelerimle havayı dövüyordum, bağırmalarım boşunaydı. Akhan neredeydi? Ona çok ihtiyacım vardı.
Bir süre sonra farklı bir yere geçtik ve beni birinin önüne savurdular. Yavaş yavaş başımı kaldırdım. Karşımda resmen bir heykel vardı. Dupduru bir güzellikti.
''Demek bir Hun kızı...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynı Gökyüzü,Farklı Yerler,Sen ve Ben
Fiksi SejarahDeğişimler, herkesin hayatına beklemediği bir anda gelir ama bütün değişimler mutlu etmeyebilir. Beraberinde acılar,şaşkınlıklar ve yeni umutlar da getirebilir. Tarihe ilgi duyan Günay'ın zamanlar arası geçiş yapıp çok sevdiği Orta Asya zamanlarına...