Hep engellere takılam bir uçurtma gibiydi aramızdaki tuhaf bağ. Her seferinde tellere takılırdı,sonra bir rüzgar eserdi hafiften. Usul usul kurtarırdı bizi o engellerden. Ufuklara yükseltirdi ve ardından zalimce duruverirdi. Çakılırdık yerlere. Çok büyük izler kalırdı geriye,çok fazla parçalardı bizi sessizce. Dirhem dirhem eritirdi.
Ya da bir İNTİHAR gibiydik. İbretlik bir intihar gibi. İmkânsız olduğu için istekli bir intihar. Ve tek birşey kalıyordu geriye. "Ölü birer ruh olan,santim santim çürüyen bedenler". Yıpranmış,parçalanmış,yara almış bedenler. " Hayat " diye isimlendirirdi bazıları tüm bunları. Hayat mıydı bizi rol yaparak sürükleyen? Çok güzel göründüğü için direndiren? Engellere takıldıkça daha da istekli olan,imkansız olduğu için istekli olan,her saniyesinde zorlayan,yıpratan,bizi yükselten ve sonrasında gerçek yüzünü gösterip en güzel anında bırakıveren hayattı öyle mi? Hayatımı seçmeliydik şimdi peki? Direnmelimiydik,sürüklenmelimiydik boş yere. Sevmelimiydik,sabretmelimiydik. Yoksa ölümü mü tercih etmeliydik. Bekleyecektik durduğumuz yerde. Sonra,sonra ölüm gelecekti sessizce ya da biz gidecektik zalimce. Zalimlik ölüme gitmek miydi? Yoksa umuda kapılıp,hayata koşup ardından yıkılmak mıydı? Zalimlik değildi ölüme gitmek. Sadece kurtuluştu. Tek çareydi belki de. Çünkü yalnızdık ölümde,hep yalnız kalacaktık. Ölümle bile birlikte değildik. Biz varken o yoktu o varken ise biz bir hiçtik. Sonra da kurtuluşun ölüm olmadığını anlayacaktık. Yine terk edilecektik. Önce beyaz elbisemiz,sonra da bedenimiz terk edecekti zavallı ruhumuzu...