Zifir... Karanlığın en koyu tonunda kalan gece bekçisiydi. Gökyüzünün siyah örtüsüne konmuş dolunay dahi yaramıyordu o zifiri perdeyi.
Dolunay kanıyordu.
Karanlığımın içinde oluşan kara delik beni içine çekerken kanlı dolunay da zehrini akıtıyordu aralanan kapıdan üzerime.
Aydınlığım kanıyor, karanlığım yanıyordu.
Kirpiklerimin üzerine serilen gölgeler göz kapaklarımı aşağı çekerken sigaranın zehirli dumanını ciğerlerime hapsettim. Ağaçların yaprakları arasında saklanan gözler ışıldarken benim gözlerimdeki ışık kör kuyuya hapsolmuştu. Geri dönmek o kör kuyuya kendimi atmaktan başka bir şey değildi.
Kapı aralandı ve ağır adımlarla tanıdık koku yaklaştı. Parmaklarımın arasındaki sigaranın külleri yine ayak uçlarıma düştü ve yine nefesini tam ensemde hissettim. Oysa ensem bana acı verirdi. Göz kapaklarım daha çok aşağı çekilip kirpiklerimi torbalarıma örtü gibi sererken omuzumun üstünde bir ağırlık oluştu.
"Ne düşünüyorsun?"
"Birçok şey. Bir o kadar da hiçbir şey." parmaklarım havalandı ve bir zehirli dumanı daha ciğerlerime hapsettim. İçimdeki volkanı körüklerken öldürdüğüm cesetlerin o volkanda yanıp kül olmasını diliyordum fakat yanan sadece bendim.
"Biliyorum, zor olacak senin için. Onca zaman sonra, ağır olaylarla oradan ayrılmışken bir daha geri dönmek..." cesetlerin kanlı ipleri boğazımda düğümlendi. Canlanıp kendilerini boğazımdan aşağı tekrar astılar ama ölen onlar değil, ruhumdu. "Geri dönmeyeceğim."
"Geri dönmek zorundasın Berva." içimdeki alev bedenimi yakmaya başlarken sigara daha fazla dayanamadı, ateşi ayağımın önüne düştü. Kendimi geriye çekip çenesinin boşluğa düşmesini sağlarken ona döndüm. Bal rengi gözleri gözlerimin içine umutla bakıyordu. O umudu var etmem kendimi yok etmemle eş değerdi. "Altı yıl. Altı yıl önce orada birçok harabe bırakarak kaçtım."
"Kaçmadın." Güldüm. Alaylı gülüşüm karşısında sinirlense de sesini çıkarmadı. "Beni kimse orada istemiyor. Kimsenin oraya dönmeme cesareti yok."
"Asıl şu an kaçıyorsun Berva." bakışlarım daha fazla gözlerinde oyalanmadan boşluğa düştü. Sinirle yanından geçerek dolabın önünde durdum. Askılıkta asılı duran kapişonlu ve deri ceketi üzerime geçirirken bakışları benden bir an olsun ayrılmıyordu. Sinirliydi fakat benim tersimin kendi sinirinden dahi beter olduğunu bildiğinden hiçbir şey yapamıyordu.
Ama bu odadaki tek çaresiz o değildi.
"Nereye gidiyorsun?"
"Hava alacağım." aldığı derin nefes benim de ciğerlerime dolarken göğüs kafesimin sıkıştığını hissettim. Geri verdiği nefeste anlatamadığı birçok şey vardı. "Geç gelirim, bekleme."
"Ben de geleyim seninle." bir süre bakışıp ilk pes eden kendisi olunca başını olumlu anlamda sallayarak kapıyı gösterdi. Telefonu cebime atarak bir şey söylemeden odadan daha sonra evden çıktım.
Dünyanın boşluğunda birçok hayat vardı ve her hayatın üzerine sinen gri bir bulut vardı. Kimileri yağmura tutulmakla kurtulurken kimileri o yağmurun ardından çakan şimşeğe maruz kalırlardı. Sonları acı ve dayanılmaz olurdu. Benim bir sonum var mıydı, bilmiyorum. Bir sonu beklediğime de hiçbir zaman inanmamıştım. Sonu başa sarmaya çalışıyordum sadece, o kadar. Bir sondaydım ama bu kimin sonuydu belli değildi.
Geniş sokaklar gittikçe daralırken yüzümü saçlarımın arasına iyice gizledim. Karanlığın içinde görünmezsem aydınlığın beni acıtamayacağına inanırdım küçükken. Yorganımın altındaki karanlığa sığınırsam, güneşe tutunan insanların gazabından korunurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK İZLER (DÜZENLENİYOR)
Teen FictionKaranlık dünyanın tam ortasına atılmış beyaz noktadan ibaret bir sokak; Çıkmaz. İnsanların gelip geçtiği, arabaların korna bastığı, hayvanların kendilerine yuva bulduğu ama insanların aldığı nefeste boğulduğu o Çıkmaz'da bir Kuyu saklıydı. İnsanlar...