Kaaya tundrada alçak bir tepeciğin içine mağara gibi oyulmuş evinde kadını ve henüz üç bahar görmüş oğlu ile yemek yiyordu. Günün avı olan büyük kaplumbağayı ateşin üzerinde ters çevirmişler kamayla daha tam pişmemiş eti didikleyerek parçalar kopartıp sanki hiç doymayacakmış gibi ağızlarına atıyorlar, çiğnemeye bile vakit bırakmadan birbirleri ile yarışırmışçasına yeni parçaya saldırıyorlardı. İçeriye koşmaktan nefes nefese kalan Kök'ün girdiğini bile fark etmediler. Adam 'Büyük bir Atbizonu sürüsü' diye bağırdı. Kaaya sıçrayarak kalktı. Ağzının kenarından akan etin suyunu bile temizlemeden 'Gidelim' dedi genç adama. Şimşek hızı ile çıkarken evinin girişine bu gün için çok önceden hazırlayıp bıraktığı mızrağını almayı unutmadı.
Atbizonları genelde yemek bulamadığı yerlerde gezmezlerdi. Büyük sürüler halinde dolaşır, tundraya bir şeylerden paniklemiş halde girerlerse önlerine gelen toprak evlerin sağlam kalma şansı yoktu. Tundra insanları Ausiler Atbizonlarından evlerini yok edecek diye ne kadar hoşnut olmasalar da hem yemek, hem binek hayvanı, hem de kışlık kürk çıktığı için bazen yılda bir bazen de yıllarca topraklarına giremeyecek bu hayvanların gelişine sevinirlerdi. Bütün mesele atalarından kalma yöntemle vadinin dibindeki çanağa Tundradaki herkese yetecek kadar Atbizonu sokmaktı. Hayvanlar en ufak fısıltıyı bile duydukları, çok ürkek oldukları için sessiz ve hızlı olmak gerekiyordu. Biliyorlardı ki Tundradan vadiye oradan da çanağa en az üç günlük yürüme yol vardı ve ne sürü dağılmalı ne de bütün sürü bir arada tutulmalıydı. Sürü o kadar hızlıydı ki üç günde yürüdükleri yolu yarım gün sürmeden koşacaktı. Çok uzaklardan bir davul sesi geliyordu. Belli ki haberi duyanlar duymayanları bu şekilde davet ediyorlardı şenliğe.
Kaaya ve Kök gecenin içinde koşmaya başladılar. Soluksuz gecenin içinde tundranın otlak olarak kullandıkları uzun sazlıklı kısmına geldiklerinde daha yavaş ve daha sessiz ilerlemeye başladılar. Hala uzaktan davul sesleri geliyordu. En sessiz anı kollayıp bir atbizonunun üzerine atlayacaklardı. Hayvanlar ürkerse ne tarafa gidecekleri belli olmaz ve büyük ihtimal ezilirlerdi. Davullar bir an için sustu ve sazlıkta müthiş bir kıpırdanma, hareketlenme, telaş oldu. Kaaya ve Kök ilk gördükleri at bizonlarına atlamış, sıkı sıkıya yapışmışlardı. Hayvanların boyu Kaaya'dan da Kök'ten de çok çok uzundu. Biliyorlardı ki şimdi pek çok tundra sakini hayvanların boynuna asılmış ve gökyüzündeki ay ışığının gösterdiği yöne koşturacaklardı atbizonlarını. Kaaya hayvanın uzun yelelerine yapıştı, sıcak yazda göletler kurumasa birkaç yerde duraklayabilirdi hayvanlar ama çanağa kadar durmak isteyebilecekleri bir yer de yoktu. At bizonunun uzun yelelerine önce ayaklarını sonra da bileklerini bağladı. Yorulur, uyur kalırsa düşmemesi lazımdı. Mızrağını Düşerse sürünün değil, tek bir hayvanın bile altında kalması demek bir daha nefes alamaması demekti.
Ay ışığında başlayan uzun koşu günün ilk ışıklarına kadar sürdü. Tundra insanları tek tek bizonların tepesinde görünüyordu. Toplamda iki elin parmaklarını geçmeyen insanlar uzakta görünmeye başlayan çanağa doğru mızrakları ile dürtmeye başladı hayvanları. Hayvanlar üzerindeki binicilerini atmaya çalışıyor, bir taraftan da yönlendirildikleri çanağa doğru ilerliyorlardı. Çanaktaki suyun kokusunu alan hayvanlar daha bir hırsla ilerlemeye başladılar. Artık binicilerin fazladan bir çaba göstermesine gerek kalmamıştı. Çanağa girerken hayvanlar bellerine gelen bir basamaktan atlamak zorundaydılar. Her hangi bir hayvan burada panikler ve atlayamazsa hem hayvanlar hem de üstlerindeki insanlar için büyük bir tehlike vardı. Kaaya üzerindeki hayvana baktı, oldukça yaşlı bir hayvana binmişti. Sürünün en önünde değildi ama en arkada da değildi. Yaşlı hayvan soluk alış verişini gençler gibi ayarlayamıyor ve diğerlerinin arkadan kendisini ittirmemeleri, zorlamamaları için sürünün kenarından ilerlemeye, yavaşlamaya başlamıştı. Kaaya zaten mızrak tutan elini çözmüş diğeri ile hayvana tutunmaya çalışıyordu, hayvan yavaşlayınca da diğer elini ve ayaklarını çözdü. Hayvan çanağa girişindeki yüksek basamaktan atlamadan Kaaya kendini yere attı, yaşlı hayvan tam basamaktan aşağı atlayacakken bir anlık durakladı, arkasından gelen bir başka atbizonu hayvana arkadan hızla vurdu ve basamaktan aşağı düşen iki hayvan arkadan gelen atbizonlarının ayakları altında ezilerek can verdiler. Kaaya bu kötü manzarayı seyredecek kadar duraklamadı. Hemen basamaktan atladı ve suyun başına kadar hiç durmadan koştu. Kök daha genç bir atbizonuna bindiği için gölete kadar hayvanın üzerinde gitti. Kaaya hayvanların içtiği suyun içine yarı beline kadar girdi hem yıkandı hem de kana kana su içti. Atbizonlarının atladığı basamakta epeyce hayvan ve iki avcı can vermişti. Çanağa hapsettikleri atbizonları kaçmasın diye hayvan leşlerini basamağın önünden çektiler.
Avcılar topladıkları kuru dalları ve kütükleri yaktılar. Ateş iyice yükselince de hayvanları ateşin üzerine koyup uykuya daldılar. Çok uzun bir yolları vardı evlerine dönmeye.
Uykunun en tatlı yerinde çanlar çalmaya başladı. Tempolu bir şekilde çalan çanlar az önce ölen iki avcıyı kutsal yolculuklarına yollayacak uluğların geldiğinin habercisiydi.
Devamı var
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaaya
FantasyHerkesin bir hikayesi var... Bu senin değil başkasının hikayesi. Yine de kendi başına gelmiş gibi oku. Evvel zamanda geçiyor. Kralların zamanında... Kötülüğün zamanında. En kötünün hep kaybettiğini düşünme. Senin iyiliğin atanı iyi etmez. Ne bir kam...