(Ara hikaye 3 bölümdür 1. bölüm)
Kapının önünde henüz üç bahar görmemiş bir çocuk ağlıyordu. Öyle böyle değil; o ufacık çocuktan çıkan ses tüm tundrayı kaplıyor, gündüzü geceye çeviren kargaları kaçırıyor, üç ağlakın da, çevgenin de sesini bastırıyordu.
Kafası ortadan ikiye ayrılmış anasından yana mı yoksa karnı yarılıp bağırsakları dışarı taşmış, hala soluk almaya çalışan ancak bir türlü beceremeyen babasından yana mı gideceğini bilemiyordu. Yalınayak, kıçı çıplak olduğu yere "PAT" diye düşüverdi. Kıç üstü oturduğu yerde bir an için sustu. Kargalar bunu fırsat bilip toplandılar. Çocuktan daha acı, daha iç yakan çığlıklar atmaya çalıştılar ama olmadı. Çocuk yeniden boğazını yırtarcasına çığlıklar atmaya başladı. Emekleyerek gitti annesinin yanına.
Korkudan gözleri yuvalarından çıkmış, beyni dışarı dökülmüş, yediği darbe ile boğazına kadar iki parçaya bölünmüş kadının tüm kanı toprağa akmıştı. Çocuk kanın içinden emekleyip gitti annesinin yanına. Belki de emmek, karnını doyurmak istiyordu ufaklık ama anası göğsünü açıp memelerinden süt getiremedi.
Çocuk minik elleri ile anasının üzerine çıktı, tekrar sesi kesilmiş, karga çığlıkları ve ağlakların ulumaları, ululamaları birbirine karışmıştı. Çevgen Zaar çocuğun yanına geldi, başını okşadı. Beline sardığı kuşaktan bir parça peksimet ve bir parça kuru et çıkarttı, baldırına bir meşinle sardığı kırbasını aldı, peksimetin üzerine döktü çocuğun eline verdi. Çocuk elindeki eti ve peksimeti uzun bir süre kemirdi. Uzun bir süre ses çıkmadı çocuktan.
Gökyüzünü yeniden kararttı kargalar. Ağlaklar ulumaya, uluğlamaya devam etti. Zaar da peksimet ve kuru et kemirmeye başladı. Çok uzun süre böyle devam etti bu. Çocuk karnı doyunca uyudu. Zaar çocuğu aldı bir kürkün üzerine yatırdı. Önce ölü adamı karnından bağırsakları döküle döküle, cesedin kollarından çeke çeke ağlakların ayaklarının dibine götürüp bıraktı.
Üç kör ağlak, üç doğuştan görmeyen ağlak, ağlak olmak için doğmuş üç kadın şimdi görevini yapmak için adamın leşinin üzerine eğildiler. Adamla beraber kanının tadına bakan sinekler de gelmişti. Şimdi kargalar daha çok bağırıyor, daha çok gaklıyor ve attıkları çığlıklar ölü adamın karnını yaran bıçağın hissettirdiği korkudan daha beter dehşet veriyordu.
Uzak bir yerden, çoook uzaktan bir çevgen sesi yaklaşıyordu. Çevgenin çanları belli bir tempoda ilerliyor yeni uluğlar ululamaya geliyordu yerdeki ölü kadını.
Kadının parçalanmış kafasının üzerinde kargalardan kara bir bulut oluşmuştu. Çevgen çanlarını yanaştırdıkça uluğlar yanaştı, uluğların ne olduğu anlaşılmayan sesi diğer ağlaklara karıştı, tundra karga çığlıklarıyla, ağlakların ağlayışlarıyla, çevgenin çanlarıyla, sesle doldu.
Uzaklardan yavaş yavaş gelip de tundranın üzerini örten yağmur bulutu bile görünmedi. Geceden de kara, karga karasıydı her yer. Çevgenci Maaşa çevgenini Zaar'ınkinin yanına bıraktı. Koşup Zaar'ı buldu. İki çevgen sarıldı çok kısa bir süre sonra ellerine avuç büyüklüğünde birer taş alıp bir çizgi çizip taşları çizgiye doğru savurdular.
Bir süre sonra küçük çocuk da uyandı. Paytak paytak geldi iki çevgenin taş yarıştırmasını seyretti. Taşları izledi, birbirinin yanına düşen, birbirinin üzerine düşüp alttakini ittiren, çizgiye teğet geçen taşları Bir süre sonra sıkıldı, annesini babasını aradı. Annesi hala can verdiği yerde yatıyordu ama babası neredeydi?
Maaşa oyununu bitirince birlikte geldiği ağlakların yanına götürdü kadının leşini. Her taraf sinekti, her taraf karga. Kargalar o kadar çoktu ki sanki hiç biri kıpırdamıyor, öylece gökyüzünde duruyorlardı. Sonra çocuk yine zırlamaya başladı. Kargalar bu sefer kaçamadı. Gökyüzünden bembeyaz bir ışık indi yere. Çook uzakta bir yerdeydi. Az sonra bütün kargalar ıslandı. Ağlaklar sırıl sıklam oldu. Elbiselerinin eteklerinden su akıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaaya
FantasyHerkesin bir hikayesi var... Bu senin değil başkasının hikayesi. Yine de kendi başına gelmiş gibi oku. Evvel zamanda geçiyor. Kralların zamanında... Kötülüğün zamanında. En kötünün hep kaybettiğini düşünme. Senin iyiliğin atanı iyi etmez. Ne bir kam...