KRALLARIN YOLU Bölüm 4

31 7 6
                                    

Atbizonu Kralların Yolu'na vardığında, gözleri ardına saklanacak bir tepecik, küçük de olsa bir kaya parçası aradı. Biliyordu ki kovuğuna sığınacağı bir kaya bile bulsa yine de bu fırtına üzerine bir dağ büyüklüğünde kum öbeği bırakabilir ya da kayaları bile oyup onu yutabilirdi.

'Ne kadar Tanrı varsa!' diye bir küfür savuracaktı ki atbizonu önce şaha kalktı, adam hayvanın yelelerine yapıştı, sonra da kumların arasına daldı.

Koca hayvan zar zor sığabileceği bir oyuktan içeri atıldı. Hayvan öyle bir sıçramıştı ki, oyuktan geçerken koca cüssesi can havli ile küçülmüş, incelmiş ve Afak kafasını vurmamak için kendini zor atmıştı hayvanın üzerinden. Atbizonu'nun ardından o da oyuktan içeri savurdu kendini.

Girdikleri deliği üzerindeki kürkle örtmesi gerektiğini biliyordu. Bir vakum gibi çekecek olan fırtınaya yaklaşmak yerine oyuğun içindeki tünelde önündeki hayvanın yaptığı gibi koşmayı tercih etti. Oyuk sandığı şeyin upuzun bir mağara olduğunu fark etti. Koşan adımları yavaşladı. Atbizonu çoktan yitip gitmişti mağaranın içinde. Bu hayvanlar ürkek yaratıklardı. Yağmur öncesi gökten gelen bir gümbürtü binlerce atbizonundan oluşan sürülerin bile an içinde gözden yitmesine sebep oluyordu.

 'Mağara epey uzun, çok uzağa kaçmış olabilir' diye düşündü. Bir süre mağaranın içinde toprak zeminde yürüdükten sonra daha geniş ve taşlardan yapılmış bir koridora geldi. Hiç ardına bakmamıştı giriş kapandı mı diye. Gözleri yavaş yavaş içerinin karanlığına alıştı.

Afak atbizonunu bu mağarada arayamazdı. Hayvan çoktan bir çıkış bulup gitmiş olmalıydı. Akkartal'ın sözlerini düşünmek istemiyordu ama ihtiyarın sözleri sürekli kulaklarında çınlıyordu "Neden yas tutmadın, neden intikam almadın".

Neden?

Afak karısından, çocuğundan önceki ölümleri düşündü mağaranın taşlarla kaplı zemininde yürürken. Annesini babasını düşündü. Ufacık bir çocukken öldürülmüşler ve kendi kendine bakmak zorunda kalmıştı. Sürekleri o zaman duymuştu. Yaşayan kimsenin görmediği, görenlerin yaşamadığı, kulaktan kulağa anlatılan efsane.

Afak hiç ummadığı bir anda kendini havada buldu ve uçarak elli metre kadar ileride yüzükoyun yere çakıldı. İşte şimdi o fırtına mağarayı vurmuştu. Vurmakla kalmamış mağaranın içinde tozu dumana katmıştı. Afak yattığı yerde her yanının ağrıdığını hissetti. Yüzükoyun yatmaya devam etti, kalkamadı.

 Bildiği tüm tanrılara küfrediyordu. Rüzgârın tanrısına, güneşin tanrısına, çamurun tanrısına, suların tanrısına... Sonra tekrar rüzgârın, güneşin, çamurun, suların tanrısına küfretti, küfretti ve yine küfretti. En iyi yapabildiği şey küfretmekti ama çok fazla tanrı bilmiyordu. Gecenin de bir tanrısı olmalıydı, dağlarında, ağaçlarında. Küfretmekten yorulmadı, süreklerin de bir tanrısı olmalıydı, atbizonlarının da bir tanrısı olmalıydı, Akkartal'ın da bir tanrısı olmalıydı. Etti, etti, etti...

Bütün bildiği küfürleri. Oğlunu düşündü, daha yeni ayakta durmayı öğreniyordu. Kadınını düşündü, anasını babasını kaybettiğinden beri her şeyi olan kadını. Yerinden kalkamadı yine.

Neden yasını tutamamıştı?

Uluğlar gelmişti ya yas için. Üç yaşlı ağlak ağlamıştı ya. Ağlaklar ağladığı halde Afak'ın da ağlamasına, yas tutmasına gerek var mıydı. Yüzükoyun yattığı yerden kendi kendinin canını acıtmak için hızla yere bir yumruk attı. Canı acımıştı ama yeteri kadar değil. Sonra yine, yine, yine attı yumrukları. Daha da içeride, yüreğinin ta içinde bir şey sızlıyordu. İçinde bir yerler kanıyor, bir yerler ağrıyordu.

KaayaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin