TELEME Bölüm 6

29 5 4
                                    

ÇEVGEN 2

Zaar "Teleme" dedi. "Bundan sonra bana Teleme densin"

Zaar son Jinperi Babacanga'dan beri onlarca çocuğa el vermişti. Sırf bugün için yüzlerce ağlak manastıra erken dönmüş, çevgenci çocuklar çevgenlerini manastırın etrafına sıralamış, heyecanla bekliyordu. Gökyüzü kargadan görünmüyordu ama hayvanlar da bugünün önemini anlamış gibi sağır eden, acı veren çığlıklarını atmıyorlardı.

Başrahip Teleme'nin yanına geldi, tek dizini yere koyup başını eğdi. Elinde düzgün, bohça şeklinde katlanmış, bembeyaz bir mendil vardı. Saygıyla "Jinperim" dedi. Teleme aldı bohçayı saygıyla, manastırın büyük bahçesinde kendisine sığınacak bir yalnızlık aradı. Ağlaklar ağlarmış gibi, ulurlarmış gibi, uluğlarmış gibiydiler.

***

Jinperi Babacanga'nın ölümünün habercisi bir beyaz kargaydı. Son beyaz karganın manastıra geldiğini gören kimse hayatta değildi artık. Babacanga binlerce yıldır manastırın başındaydı sanki. Ve beyaz karga bütün kara kargaların arasından geçip manastırın avlusuna konmuş ve ağzındaki soğanı yere bırakmıştı. Bütün çevgenci çocuklar beyaz karganın etrafına toplanmış yıllardır kayıp olan, kısacık hayatları boyunca hiç görmedikleri Jinperilerine ağlıyorlardı. Çok uzaklardan çevgenler ağlaklarını alıp manastıra dönüş yolunu tutmuşlardı. Başrahip hiç bekletmeden bir tören yapması gerektiğini biliyordu. Avluya çıkıp beyaz kargayı saygıyla selamladı, tek dizi üzerine eğilip yerden birkaç gün içinde koca bir ağaç gövdesine dönüşecek soğanı aldı. Cebinden çıkarttığı beyaz mendile sevgiyle, saygıyla sardı. Bir kutsama öncesi yaşanan çok ağır bir hazdı bu. Yitip gidene üzülemeden gelene sevinmekti.

***

Teleme Zaar'ın evinde dedelerinin anlattığı masalların kahramanıydı. Baltayla dövüşürdü. Baltasını kaldırdığında gök gürülder, yer sarsılır, gündüz geceye karışır, ağaçlar korkudan toprağa gömülürdü. Bir gün sürekler tüm ailesini biçtiğinde, bir çevgen elinden tutup onu Jinperi'nin manastırına getirdiğinde aklından sadece Teleme olmak geçmişti. Keskin dişli baltaları elinde at koşturan kara ordunun bir neferi olmayı beklerken lanetli bir bilgelik ve aydınlanma tutmuştu elinden. Teleme bir eline bahçeye ekmesi gereken soğanı aldı, bir elini beyaz kargaya uzattı. Karga uçtu geldi Telemenin eline kondu yan yan yürüyerek omzuna kadar ilerledi.

Kocaman gösterişli Beyaz karga, pamuk beyazı karga, kar beyazı karga bir kartaldan daha heybetli duruyordu küçücük çocuğun omuzunda. Çocuk manastırın koca bahçesinde rahibin, çevgencilerin, ağlakların arasında yalnız kaldı. Yürüdü bir yer belledi kendine.

Eğildi toprağa ekmek için ağaç soğanını beyaz karga atladı omzundan. Soğanın üzerini sıkı sıkı örttü Teleme. Etrafına baktı küçük çocuk, arkasında duran kargayı gördü. Eline alıp ak tüylerini sevmeye başladı. Tüyleri okşaya okşaya geldi soğan gömüğünün dibine. Oturdu.

O istememişti ki böyle olsun. O istememişti anasının babasının ölmesini. O istememişti dedelerinin ölmesini. Birgün sürekler atbizonlarını tepiştirerek gecenin içine çökmüş ve son soluklarını bile almalarına fırsat vermeden almışlardı insancıkların canını. Dokunmadılar Zaar'a, biliyorlardı ki bir çevgenci çocuk çevgenini çala çala gelip onu alacak ve manastıra götürecek. Sonra ergenliğe eriştiğinde de... Sonra ergenliğe eriştiğinde de...

Teleme ak kuşun boynunu sevmeye devam etti. Bugün dünden daha güzel miydi, yarın daha mı güzel olacaktı, yada en güzeli yaşadığın an mıydı?

Teleme ak karganın, pamuktan beyaz karganın boynunu bir anda çevirdi, hayvan beklediği bu hamleye boynunu düşürerek cevap verdi. Neydi ki bu ritüel, beyaz kargalar niye bir Jinperi öldüğünde ağaç soğanı getirirlerdi. Teleme kırılan boyny biraz daha kıvırdı ve hayvanın cansız bedeninden kafasını ayırdı. İçi nasıl el vermişti bu vahşete. Kimden öğrenmişti soğanı ekmeyi. Kim demişti soğanı getiren hayvanın kafasını kopart diye. Kopan kafadan süzülen kanı soğanı gömdüğü toprağa akıttı. Topraktaki kıpırtıyı, topraktaki canlanmayı içinde hissetti. Olumlu bir durumdu yaşadıkları, biliyordu. Bir eksiği, bir gereği yerine getirecekti artık hayatında. Manastırın yeni Jinperi'si olacaktı. Keskin dişli baltaları elinde at koşturan kara ordunun bir neferi olmak yerine lanetli bir bilgelik ve aydınlanma dolduracaktı içini.

Toprağa gömülü soğanın cansuyu beyaz karganın bir avuç kanı olmuştu. Ardından yeşil bir filiz verdi soğan ve yükseldi, uzadı, gövdelendi ve kısacık zamanda dallar verip küçük bir ağaca dönüştü. Ağacın dallarına örümcekler atladı. Binlerce örümcek yeni Jinperi'den sadece birkaç karış daha uzun olan ağacın yatay dallarından yere ağlar ördü. Ağlar birbirinin üzerinden geçti. Ağaç beklenen ritüelini ilk defa gören çocukların ve rahiplerin gözü önünde gerçekleştiriyordu. Bir süre sonra örümcek ağları kalın koza görünümü aldı.

Gökyüzünden bir ölümü ve bir doğumu gözlemleyen kargalar sıranın kendilerine geldiğini anlamış gibi kozanın etrafını sardılar. Koza simsiyah olana kadar kapkara olana kadar geldiler, sardılar. Çok geniş bir çember oluşturup oturdu çevgenci çocuklar. Kimi elindeki peksimetle kuru eti yiyordu kimi kafasını yanındakinin dizine koymuş uyumaya çalışıyordu. Gökyüzünde uçan kara kargalar yüzünden, gelen kara bulutları göremediler. Sağanak bir yağmur başladı. Yağmur göğü yeri ıslattı da minicik çocuklar ıslandığını fark etmedi. Zaten hiç farketmezlerdi. Hava sıcakken yağmur hasta da etmezdi. Yarı çıplak vücutlar ıslandı, çamurlandı. Rahipler manastıra dönüp dar kapıdan bakmaya çalıştılar. Jinperi, manastır ve çevgen çocuklar nasıl olmuştu da birleşmişti! Nasıl olmuş ta Jinperi, o kutsal varlık gariban bir dinin fakir rahiplerinin manastırının yönetimini üstlenmişti! O muallağın bir parçası mıydı bu ritüel.

Babasının koyduğu adla Zaar, kendine aldığı adla Teleme kozanın içinde ağaçla baş başa kalmıştı. Bir uyku hali vardı üzerinde. Korkması mı lazımdı, heyecanlanması mı lazımdı, şimdi kutsanacak mıydı? Büyüyen ağacı, kozanın içinde ağaçla baş başa kalışını, dışarıda yağan yağmuru... Hiç bir şeyi hissetmemişti. Bir şey olması lazımdı. Az önce okşadığı beyaz karganın boynu gibi okşadı ağacı. Uyku hali iyice sardı bedenini.

***

Uyku halinde içinden bir şeylerin saçıldığını bir şeylerin döküldüğünü gördü. Karıncadan ufak böcekler bedeninden ağacın kalınlaşan gövdesine doğru ilerledi. Yüzlerce binlerce böcek. En tepesine çıktılar ağacın. Az önce boynunu kırıp kafasını koparttığı beyaz kargayı gördü. Böcekler ağaç ile birleştikçe ağacın tepesi kargaya dönüştü. Bembeyaz karganın göz çukurlarından aşağı akan iki damla kandan gözyaşını gördüğünde büyük bir pişmanlıkla "Özür dilerim" diye bir ses çıktı titreyen dudaklarından. Oysaki Zaar iken kargaları ceviz seviyor diye sürekli yolunu değiştirir tundranın bataklık kesimindeki cevizliklerin yakınından geçer, hayvanların mutlu olmasını onu da mutlu ederdi. "Özür dilemene gerek yok, dedi beyaz karga. Bundan sonra ben senim, sen de bensin. Bir daha hiç kimseden özür dilemeyeceksin."

Karıncadan ufak böcekler Teleme'nin vücudundan aşağı inmeye devam ediyor, ağacın büyüyen gövdesine doğru ilerliyorlar ve ağaca yepyeni bir şekil veriyorlardı. Beyaz karganın hemen altında bir ayı belirdi. Ayı oynatıcıs Ribel'in ayısıydı bu. Tundrada Zaarların evine birkaç saatlik bir mesafede oturur fırsat bulursa Ayısını alır tundrayı dolaştırır, yolda gördüğü çocuklara özel dans gösterisi yaptırırdı. Ribel davuluna vurdukça ayı keyiflenir, dans gibi hareketler yapardı. Vahşi bir ayıydı tanımadıkları yanına yaklaştığında. Ribel "Korkma, vahşiliği korkaklığından" demişti Zaar'a. "Ben korkak değilim" dedi ayı. Sadece fazla temkinliyim" .

Ağacın gövdesindeki konuşan ayı Teleme'yi rahatsız etmemişti. Konuşan bir karga varsa konuşan bir de ayı olabilirdi elbette.

Peki ya kendisi? Şimdi bir tanrı mı olacaktı? Kutsal bir varlığa mı dönüşecekti? İşte içindeki korku bundandı. Kendisi sığınacak bir şey ararken insanlara nasıl yol gösterici olacaktı ki? Aklının nelere yettiğini düşündü; en önemli şey yemekti. Kendisi daha manastırdaki peksimet ve kuru etin bile nereden nasıl geldiğini bilmezken nasıl Uluğların başı olacaktı? Nasıl çevgen çocuklara el verecek nasıl kör ağlak kadınlara sonsuzun nurunu gösterecekti. Daha hiçbir ağlakla konuşmamış, konuşamamıştı. Ağlaklar konuşur muydu bunu bile bilmiyordu. Koca ayının ufak bir kopyasını yapan böceklere hala vücudundan çıkan yenileri ekleniyor ve üçüncü bir yaratık belirmeye başlıyordu.

Yaşlı, kadın mı erkek mi olduğu belli olmayan bir insan. Teleme daha önce hiç görmediği bu ihtiyara şaşkınlıkla mı bakmalıydı, kutsal bir yerdeydi saygı ile mi davranmalıydı yoksa korkmalı mıydı. "Korkma" dedi son Jinperi Babacanga.


KaayaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin