KARANLIK
Afak koşmayı bıraktığında, şafak sökmeye başladığında, domuzlar tundrayı kapladığında, yel durduğunda, zamanın sonsuzluğunda bir yerde, bir su gözünün dibinde...
Afak bir su gözünün dibinde durdu, elini yüzünü yıkadı. Karnındaki açlık zihnini bulandırıyordu. Yerden yumruğundan büyük bir taş aldı ve yakınından geçen bir yavru domuza fırlattı. Domuz 'gık' bile demeden, can çekişmeden öldü gitti. Etrafta ateş yakmaya bir ağaç dalı yoktu. Kesmeye bir bıçağı yoktu. Taşa sürterek hayvanın kafasını koparttı. Kafası kopan ölü hayvanın iki ön bacağını tutup göğsünü ikiye yırttı. Eli yüzü kan içinde kaldı. Hayvanın iç organları etrafa dağıldı. Derisini tutup var gücü ile çekti. Deri tek parça halinde ayrıldı vücudundan. Afak aç karnına bir şey gitsin diye çiğ eti kemirmeye başladı. Kadını olsa böyle çiğ et yedirmezdi ona. Ya pişirir ya tütsüleyip kuruturdu. Şimdi ne kadını vardı ne yumuşacık pişmiş et ne de kuru et. Domuzun çiğ etini çekiştire çekiştire; kemire kemire yedi.
Ağzındaki et parçasını çiğneyip öğütmeye çalışırken aklına oğlu geldi. Acunun da, süreklerin de, uluğların da, Akkartal'ın da, Jinperi'nin de ve ne kadar varsa... En çok da Jinperi'nin. Bitmezdi bu küfür...
Afak o mızrakla çok atış yapmış çok tavşan avlamış çok kaplumbağa öldürmüş ve en çok da atbizonlarını... Çocukluğundan beri öldürdüğü hayvanın sayısı belli değildi. Çok ölüm görmüştü; anasının ölümü, babasının ölümü, kadınının ölümü, çocuğunun ölümü... Ama ilk defa bir insanı öldürmüştü. Hem de insanların en kutsalını öldürmüştü. Jinperi o kalın cam duvarın ardından, o kalın totem maskının ardından nasıl olmuştu da ölmüştü... Mızrak nasıl Jinperi'nin o küçük bedenine saplanıp kalmıştı... O yüce adam, o kutsal adam ne kadar da ufakmış! Minicik bedene nasıl sığmış. Tek vuruşluk can kalmış bedeninde, onu da Afak aldı. Neden manastırında değil de bir mağaranın içinde? Neden uluğlarının başında değil de bir mağaranın içinde?
Genç adamın düşünceleri Jinperi'den kadınına, çocuğuna kaydı. Çiğnedi ağzını dolduran çiğ eti. Çiğnedi çiğnedi çiğnedi. Sonra az öteye fırlattı elindeki kemiği. Koştu bir domuz geldi bir ucundan tuttu etli kemiği. Sonra bir domuz daha, bir domuz daha... Koca tundrada her taraf domuz oldu. Geldiler suyun gözünü buldular. Kalkıp gitmese Afak'ı da yerlerdi. Genç adam aç domuz sürüsüne, doyumsuz domuz sürüsüne bakamadı. Küçücük bir et parçası için birbirinin üzerine çıkan, tepişen, ezilen o pis hayvan sürüsüne bakamadı. Hayvanlar azgınca üst üste, üst üste, üst üste çıktılar. Tepelerine gelen o karartıyı, kapkara büyük gölgeyi göremediler.
Bir babakartal gelmişti tundraya. Tundrada olmazdı babakartallar. Dağlarda olurdu. En ıssız, en amansız, en yüce dağların hayvanıydı babakartal. Tundrada konacak, görecek, izlenecek, yuvalanacak yeri yoktu. Daha cüce domuzlar yeni girmişti tundraya da babakartal nerden görmüştü de gelmişti bu pisliğin sürüsünü. Afak tam omuz üstünden ardına baktığında koca kartalın kanatlarını toplayıp pike yaptığını gördü. O üst üste binmiş domuz güruhu umarsızca hala bir kemik parçası için birbirleri ile karışıyorlar, güreşiyorlar, dövüşüyorlardı.
Afak baktı kaldı babakartala; şaştı kaldı, şaşırıp kaldı. Koca kuş kanatlarını toplayıp öyle bir pike yaptı ki domuz sürüsünün içine bir göle dalar gibi dalıp pis hayvanların içinde kayboldu ve an içinde kaybolup ağzında üç domuzla gökyüzüne yükseldi, yükseldi yükseldi. Öyle yükseldi ki gökyüzünde bir sinekten daha ufak oldu. O koca kuşun bu kadar ufak olduğunu daha önce görmemişti Afak. Kargayı görmüştü de mini minnacık, çayır kartalını görmüştü de; mini minnacık babakartalın minnacıklığını ummamıştı. Bir babakartal karga denen kuşun bin katıydı. Tutsa bacağından Afak'ı kapar götürürdü. İşte o babakartal ağzında bir kum tanesinden küçük olan üç domuzu canlı canlı havaya bıraktı. Yerdeki bütün domuzlar göğe bakıp kaldılar. Üç cüce domuz havadan bir ok hızı ile yeryüzüne doğru indi indi indi. Yeryüzüne düşünce bir kan fışkırdı topraktan, et fışkırdı. Bir anda çiğ et kokusuna bütün cüce domuzlar doluştu. Yeni bir domuz gölü oldu kartal için. Daha da daha çok domuz geldi birikti parçalanmış arkadaşlarının yanına. Babakartal yine geldi ve yine daldı cüce domuz havuzuna. Ama hayvanlar bu sefer bırakmadılar babakartalı. Sanki beklemiş de çürümüş bir av etinin üzerindeki kurtçuklar gibi yapıştılar babakartala. Kartal göğe doğru yöneldi ama üzerine yapışmış, koca kuşu dişlemiş o kadar çok domuz vardı ki, silkinmeye çalıştı. Kanatlarını topladı yere kondu. Domuzlar daha da yerleşti vücuduna koca kuşun. Yerde durmuş üzerinde bedenini ısıran domuzcuklara gaga darbesi atmaya çalıştı ama etrafını daha çok domuz sardı. Isırdılar koca kuşu, koca kuş onları gagaladı. Dişlediler, boynuzladılar, tüylerini yoldular, parça parça lime lime etmeye çalıştılar. Bir kerede gagasına üç domuz sığdıran koca kuş yüzlerce domuzun dişlerine karşı pek de sağlam duramadı. Az zaman içinde binlerce domuz oldu çevresinde. Bir bataklığa batar gibi yitti gitti cüce domuzların içinde. Domuzlar kanlı irinli bir etteki kurtçuklar gibi çoğaldı ve bitirdiler koca kuşu.
Afak seyretti sadece. Babakartalı. Domuzları. Kendini. Hırsını, öfkesini, içine attıklarını.
"Acun işte böyledir" dedi dibinde bir ses.
Afak şaşkınlık ve korkuyla döndü baktı. Elbisesi yerine kara bir çuvala girmiş gibi görünen, erkek mi kadın mı belli olmayan bir cüce. Koca yeşil tundrada, geceden kara bir elbise giymiş, küçücük bir yaşlı adam. Sonra o kara çuvala benzer giysinin içinden derisi buruş buruş bir kol uzandı, elinde kanlı bir mızrak vardı. Afak'ın Jinperi'ye attığı, kutsal Babacanga'yı bir vuruşta devirdiği mızrak. Koca mızrak o küçücük adamın elbisesinin içine nasıl sığmıştı. Korktu bir süre; alamadı.
"Al!" dedi yaşlı adam. Afak sözü ikiletmedi.
"Özür dilerim" dedi Afak. Yaşlı adam çuvala benzer elbisesinin içinden başını salladı. Afak olumlu bir hareket mi yoksa olumsuz bir cevap mı anlayamadı. Sonra yaşlı adam konuşmaya başladı;
"Asıl ben teşekkür ederim" dedi. "Sen olmasaydın asla kurtulamazdım o hapishaneden. Şimdi ruhum rahat ve dinlenmiş durumda" dedi ve etrafına baktı. Yeşil tundranın her yanını saran domuzlara baktı. "Çakallar geliyor" dedi. Çakallar mı geliyordu! Günün en güzel saatiydi ama tundranın çayırlarını domuzlar sarmıştı işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaaya
FantasyHerkesin bir hikayesi var... Bu senin değil başkasının hikayesi. Yine de kendi başına gelmiş gibi oku. Evvel zamanda geçiyor. Kralların zamanında... Kötülüğün zamanında. En kötünün hep kaybettiğini düşünme. Senin iyiliğin atanı iyi etmez. Ne bir kam...