ÖLÜM Bölüm 7

39 3 3
                                    

Böcekler Babacanga'yı ağaca oyduklarında, Babacanga dile geldiğinde Teleme şuurunu kaybetmişti. Sonsuz bir düş halindeydi. Gökyüzünde uçan yaban kazları ile birlikte süzülüyor, uzak bir yere gidiyorlardı. Altlarında sürüler halinde atbizonları, ayılar, geyikler, tavşanlar geçiyordu. Hayvanlar koşarak bir yere mi varmaya çalışıyorlar yoksa bir şeyden mi kaçıyorlardı. Yaban kazları gökyüzünde gümüş gibi parlıyordu.

Nehir kıyısında yatıp akan suyun şırıltısını dinlemek gibiydi. İç ferahlığı ile gözlerini kapattı Teleme. Kendini gökyüzünün derin maviliğine verdi. Aklından güzel şeyler geçirmek istedi. Arkadaşları ile paylaştığı yemeklerini, taşlarla oynadığı oyunları, kargaları ve ağlaklarla gittiği cenazeleri. Başkalarının mutsuzluğu onun mutluluğu olabilir miydi.

Gözlerini açtı, yaban kazlarının yerine kargalar vardı yanında. Kapkara kargalar. Önünde arkasında, sağında, solunda, üstünde, altında. Sanki aysız bir gece olmuştu. O kadar karartmıştı kargalar ortalığı.

"Başarabilecek misin" diye sordu Babacanga. Teleme bir şey diyemedi. Gökyüzünden aşağı doğru düştü. Sonsuz bir düşüştü. Yine de her yeri kargaydı, yine de her yer karaydı.

"Başarabilecek misin" diye yenilediğini duydu Babacanga'nın. "Başaracağım" demek isterdi ama görev neydi ki? Jinperi olmak mı?

Teleme kargaların altında sürekleri gördü. Amaçsızca insan öldüren sürekleri. Nereye gidiyorlardı siyah atlarıyla? Simsiyah giyip nereye gidiyorlardı? Onlar başarabilecek miydi görevlerini? "Başara bilir miyim Jinperi olmayı" dedi.

Altında doludizgin atlarını süren sürekler, üstünde günü karartan kargalar. O beyaz karga gelmese belki de çok yakında o da bir sürek olacaktı. Sürek olmak iyi bir şey miydi? Kargalar gaklamaya başladı. Sağır edecek kadar gaklamaya, ölüyü uyandıracak kadar gaklamaya. Teleme'nin uyanmaya hali kalmış mıydı? Teleme uyanır mıydı?

Teleme yattığı uykudan hiç uyanmadı. Belki de Zaar hiç Teleme olamadı. Çevgenler bu ölümü hiç anlayamadı. Ağlaklar buna ağlayamadı. Ölüm kara bir bulut gibi sardı manastırı. Kapısından, camlarından bacasından kapkara sardı. Zaar ilk Çevgen değildi elbette ama Çevgenlik onunla bitecekti işte.

Bir anda saldırdı kargalar insanlara. İnsancıklar ne yapacaklarını şaşırdılar. Bir gökyüzü dolusu karga uçup daireler çizdi önce, sonra kanatlarını toplayıp bir ok gibi daldılar insanların üzerine. Bir ok gibi sarstılar vücutları. Kimi bir burun, kimi bir göz kimi bir kulak kimi de bir dudak kopartıp havalandı, sonra yutup tekrar saldırdılar kimi bir omuz deldi kimi bir göğüs kimi bir diz.

Çevgenler küçücük bedenleri ile kaçamadılar. Yüzlerce yıldır kargaların efendisi olduğunu zannedenler birkaç dakika içinde paramparça oldu. Ne bir çevgen ne bir ağlak ne de bir rahip kalmadı manastırda. Hiç kimse kaçamadı. Tundranın çayırında av arayan çakallar geldi, gelip yedi kalan kemikleri. Akbabalar gagaları ile kırıp kemikleri iliklerini emdi. Bir kıran girdi insancıklara. Hiç kimse kalmadı. Sadece kozanın içinde Jinperi olamamış, Teleme olamamış çevgen Zaar kaldı.

Sıcak güneş altında gelen ölüm tundrayı leş kokuttu. 

KaayaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin