Dertleşme 2

190 43 115
                                    

DERYA

Ona hala sarılıyordum ne o ne de ben geri çekilmeye yeltenmemiştik. Fazla sarıldığımı fark edip geri çekildim. Yere bakıyordu. Gözlerime bakmasını istedim kısa bir an.

"Rüzgâr." dedim.Sesim ağladığımdan dolayı çatallı çıkmıştı. Beni duyduğunu biliyordum. Ama kafasını kaldırıp da bana bakmadı. Ellerimle kafasını tuttum ve kaldırdım. Bana bakmasını sağladım. Gözlerini bana çevirdi. Tam gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerine baktım.

"Elif, ölmedi biliyorsun değil mi? Kendine gel, vazgeçmişsin gibi konuşuyorsun. O sadece uyuyor. Uyanacak yeniden sana gülecek ve sen yine onun baş belası, abisi olacaksın." dedim. Gözlerinden dökülen yaşları sildim. Gözlerinde parıldayan umudu görüyordum. Sadece yüzüne vurmam gerekiyordu. Acıdan kaçmıştı, gittiği yere acısını da götüreceğini bilmeden.

" Elif uyanacak. Göreceksin." diye fısıldadım. Gözlerinin içi gülüyordu. Umudu yeşermişti kalbinde.

"Uyanacak." dedi. Kendini inandırmak istiyordu söylediği şeye. Gülümsedim. O kadar savunmasız masum görünüyordu ki, tarifi yoktu sanki. Onu öpmek istedim. Tam gözlerinden. Ama onu öpemezdim. Her ne kadar görmezden gelsem de bana yaptıklarını unutamamıştım. Biz göz göze birbirimizi izlerken, ayak sesi duydum. Demir'di. Yanımıza yaklaştı.

"Uyku tutmadı mı?" diye sordum. O da;

"Tutmadı seni merak ettim ve gelmek istedim." dedi. Kaşlarını çatmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gülümsedim ve;
" Otur o zaman ne bekliyorsun? " dedim. Demir'i üzmemek için davet etmiştim. Ama Rüzgâr ne derdi bilmiyorum.  Şuan hiç yeri ve zamanı değildi ki, ben olsam istemezdim.

Demir başka yer yokmuş gibi tam aramıza oturmuştu. Çocukça davranıyordu. Görmezden gelmeyi seçtim. Rüzgâr, Demir geldiğinden beri ağzını açmamıştı. Ama kızdığı belliydi. Üşümüştüm ve hırkama (yani Rüzgâr'ın hırkasına ) sarıldım. Yanımda çalılar vardı Demir üzerimden uzanıp bir tanesini ateşe attı. O sırada Rüzgâr'la göz göze geldim ve gülümsedim. Demir;

"Ee ne yapıyordunuz ?" dedi. Muhabbet açmak istiyordu belli ki.
"Sadece sohbet ediyorduk havadan sudan." dedim. Duyduklarımı sindirmem gerekiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Ben muhabbet edecek havamda değildim. Duyduklarımın ağır yüküyle yalnız kalmak istiyordum. Çadırıma gitmek için ayağa kalktım. 

Demir,

"Nereye?" dedi. Üstümü topraktan temizleyip ona cevap verdim.

"Uyumaya. İyi geceler size beyler." dedim. Sesim az da olsa çatallıydı yine. Sırtım onlara dönükken elimi salladım ve çadırıma yöneldim. İkisi de iyi geceler demişti. Çadıra ilerledim ve içine girdim ve fermuarı kapatmadan onlara bir göz attım. Uzaktaydılar ama az da olsa görebiliyordum Daha doğrusu Rüzgâr'a baktım. Peşimden o da kalkmıştı. Fermuarı sonuna kadar çektim ve çadırda uzandım. Düşünmeye başladım. Elif'i ve onun yaşadığı acıyı düşündüm. Onun için çok zor olmalıydı. Kendimi ona yakın hissetmiştim. Kendimi onun yerine koyamıyordum. Bu acının tarifi yoktu. Benim elimden hiç bir şey gelmiyordu. Tek bir şeyden emindim sadece, bu acıyı yaşayan birinin uyandığında çok güçlü olacağından. 

Yarın içini dökme sırası bendeydi. Ve ben ona güvenip güvenmediğimi bile bilmiyordum. Ama o bana güvenmişti. En büyük acısını paylaşmıştı benimle. Sarılmıştık, dert ortağı olmuştum onun. Onu yarasından tanımıştım. Kimsenin dokunamayacağı, uzaktan bile göremeyeceği yarasını açmıştı bana, hatta belki de kanatmıştı defalarca kez. Bana Semih'in hissettirmediklerini hissettirmişti. Dertleşmeyi, paylaşmayı öğretmişti bana. Ona güvenmeli miydim bilmiyordum. Sadece bana zarar vermeyeceğini biliyordum. Böyle bir acıyı yaşayan biri, başka birine zarar veremezdi. Yaşadıklarını başkasının yaşamasını istemezdi. Belki de ben onun çok fazla üstüne gitmiştim. Olmadığı biri gibi davranmak zorunda kalmıştı.

CANIN CEHENNEMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin