Zarif Erin gözlerini açtığında kendini darmadağın, pespaye, izbe bir odanın içinde buldu. Pis, rutubetli ve kuru havayı çekti ciğerlerine. Nefes almak, nefes alabiliyor olmak tuhaftı. Daha önce hiç kullanmadığı bu genç bedene ilk nefesini böyle havasız ve pis bir odada almak daha da tuhaftı. Gerçi binlerce yıldır o kadar çok yer görmüş, o kadar değişik yerler gezmişti ki içinde bulunduğu tuhaflığı yadırgamıyordu artık.
Etrafına baktı, odadaki tüm eşyalar eskimiş, renkleri solmuş, üstlerini kalın bir toz tabakası kaplamıştı. Sanki yıllardır kimse yaşamıyor gibiydi bu evde. Koltukların üzerlerinde yeşil küf tabakaları görünüyordu. Odanın karanlık köşelerinde mantarlar bitmeye başlamıştı. Halılar yıpranmış, yer yer yırtılmıştı. Ayağı kırık bir sehpanın üstündeki kültablası ağzına kadar kalın ve ince izmaritlerle dolmuştu, her tarafta içki şişeleri baş köşedeydi. Şişelerin üzerlerinden atlaya atlaya yürümeye başladı. Tozla kaplı bir aynada kendisini gördü. Genç bedeniyle, siyah saçlarıyla, küçük yüzüyle bir lise öğrencisini andırıyordu. Tozların izin verdiği ölçüde seyretti aynadan yansıyan görüntüsünü. Yeniden bir bedenin içinde olmaktan mutlu değildi, garip bir şekilde mutsuz da değildi. Geçen yıllar boyunca bu ve benzer duygularını bastırarak geçirmişti. Onun işi duygularla değildi, eğer duygusal biri olsaydı hiçbir zaman yapmaya geldiği işi yapamazdı. Şimdi durup bunları düşünme zamanı değildi, çok vakti yoktu, şimdi iş zamanıydı.
Acele etmeden yürüdü, kendisini bekleyen kişi banyodaydı. İlk defa geldiği bu evde banyonun nerede olduğunu gayet iyi biliyordu, kendisini bekleyen o talihsiz kişiyi hissedebiliyordu.
Yarı aralık kapıyı ayağının ucuyla itekleyip açtı. Rengi beyazdan siyaha dönmüş fayanslarla kaplı banyoda buhardan göz gözü görmüyordu. Erin yine de içeri girdi. Sabunlu suyla ıslanmış zeminde kaymamaya çalışarak yavaş yavaş yürümeye başladı. Pis banyonun en uzak köşesinde ağzına kadar sıcak suyla doldurulmuş, en az banyo kadar kirli bir küvet gördü. Yavaşça küvete yaklaştı. Küvetin suyu, üzerindeki beyaz köpüklerin altında kızıl kahve bir renkteydi. Küvetin içinde boylu boyunca uzanmakta olan ve tıpkı yeni giyindiği bedene benzeyen siyah saçlı genç kadın bileklerini kesmişti.
Erin küvetin içinde yatmakta olan genç kadına bakarken bir an kendini onun yerine koydu, zaten çok fazla benziyorlardı. Bu aynaya bakmaktan biraz daha farklıydı sadece, şu sırada orada yatan kendisi olsaydı neler hissederdi acaba? Ölmek nasıl bir şeydi? Kendisi elinden geldiğince hassas davranırdı bir ruhu bedenden çekerken ama tam olarak nasıl birşeydi? Yaşamak nasıl birşeydi? Bir annenin rahminden dünyaya merhaba dedikten sonra etrafında pervane olan birilerinin olması, sonra büyümek, sevilmek, bir hedefin peşinden koşmak, çalışmak, dünyanın çetin şartlarına dayanmak nasıl bir şeydi? Yaşlanmak nasıl bir şeydi? Gerçekten sahip olduğun tek şey olan bedeninin henüz içinde yaşarken yavaş yavaş çürümeye başlaması, tavsaması, hastalıklarla sarsılması nasıl bir şeydi? Bunların hiçbirini öğrenemeyecekti, yazgısında bu yoktu. O sadece insan denen, yaratılmış olanların en şahanesi olan bu yaratığı uzaktan izlemekle ve merak etmekle yetinecekti.
Küvetteki kadın için bu yaşam bitmek üzereydi, ruhu birazdan Erin tarafından bedeninden çekilecek ve sonsuzluğa yollanacaktı. Sonrası için söylenebilinecek çok bir şey yoktu, Beden çürümeye bırakılacak, ruh da zamanını bekleyecekti. Erin başka ruhlarla ilgilenecekti, olması gerektiği gibi.
Erin kadının alnına dokundu, vücudundaki kanın neredeyse tamamı küvetin sabunlu suyuna karışmıştı. Elini kaplayan yumuşak ışık, ruhu bedeninden yavaş yavaş dışarı çekerek bedeni de bir kabuk gibi geride bırakırken küvetin hemen yanında bir siluet şekilleniyordu. Birkaç saniye sonra bedeninden ayrılan ruh şaşkın şaşkın etrafına bakınmaya başladı.
"Öldüm mü?"
"Evet." Zarif Erin bedenlerinden yeni çektiği ruhların saçma sapan sorularından hoşlanmazdı. Onların yaşayışlarını her ne kadar merak ediyorsa da yeryüzüne getirdikleri hırstan, yıkımdan, kirlilikten, savaşlardan nefret ederdi. Sadece bu sebepten işine odaklanırdı. İşini her yapışında dünyayı biraz daha temizliyor gibi görürdü.
"Ölmek çok garipmiş."
"Bunu bilemem."
"Şimdi ne olacak?"
"Işığa gideceksin."
"Sonra?"
"Sonrasını nereden bilebilirim? Benim işim seni oraya götürmek."
Tam bu sırada, sesini biraz yükselttiğini farkettiğinde küvetin sağında duran kirli çamaşırların arasından bir feryat koptu. Yaşayan hiç kimse kendisini görüp duyamasa da bir an kandisini açık ettiğini sandı. Çamaşırları kaldırdığında bir kaç haftalık bir bebeğin ağladığını gördü.
"Şimdi ona ne olacak?" diye sordu ruh.
"Eğer senin cesedin bir an önce bulunmazsa açlıktan ölecek."
"Şu küçük adama baksana. O çok masum. Neden onu ölüme terk ediyorsun?"
"Onu ölüme terk eden sensin."
"Sen bir melek değil misin? Melekler masum bebekleri korumaz mı? Neden bu kadar acımasızsın?"
"Acımasız olan da sensin. Onun burada öleceğini bile bile intihar ettin. O masum bebek senin günahların için ölecek."
"Günahlarımın bedelini neden o ödüyor?"
"Biri ödemeli."
Eğer ağlayabilseydi o zavallı ruh pis banyonun ortasına diz çöküp ağlardı ama hiçbir ruh ağlayamazdı. Yine de banyonun ortasına diz çöküp Erin'in bacaklarına dolandı. "Ona bir şans ver. En azından bir şansı hakediyor."
"Bu kadarı yeter." Erin bacaklarına dolanmış olan sefil ruhun başına dokundu, onu saf ışık haline getirdi ve ardına kadar açılmış küçük pencereden gökyüzüne yolladı.
Bebek hala ağlıyordu. Erin bebeğin yanına gitti ve işaret parmağıyla onun yumuşak yanaklarına dokundu. Yanaklarındaki yaşları sildi usulca. Bebek kendisiyle ilgilendiğini anlamış gibi sakinleşti. Erin'in parmağını yakaladı ve ağzına götürdü. Günahların bedelini biri ödemeli, diye geçirdi içinden. Sonra bebeği kucağına aldı.
"Söyle bakalım küçük adam, yaşamak nasıl bir şey?" Bebek küçük keyifli bir sesle cevapladı onu. "Sanırım bunu birlikte öğreneceğiz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek Taciri
FantasyBinlerce yıl önce geleceği söylenen şey geliyordu. Zaman azalıyordu ama yine de neler hissedeceğini tam olarak bilemiyordu. Kalmalı mıydı, gitmeli miydi? Kalmak isyan, gitmek zalimlik anlamına geliyordu. Bugüne kadar kendisine anlatılanların hepsi...