Bu bina da görkemliydi. Kaç katlı olduğunu bilmiyordu, ama gittiği her katta geniş ve temiz odalar, iç açıcı renklere boyanmış koridorlar, uzun uzun bakma isteği yaratan manzara resimleri vardı. Her yer temizdi, geldikleri pislik dolu apartmana benzemiyordu. Gerçi binanın dışını hatırlamıyordu ama eğer içi böyleyse kim bilir dışı nasıldı.
Biraz düşününce hatırlamadığı daha başka şeyler olduğunu gördü. O adamın evlerine gelişini hatırlıyordu, annesiyle konuşmasını, apar topar evden ayrılışlarını, arabaya binişlerini ve son sürat yol alışlarını. Hava henüz aydınlık olmasına rağmen binaya girişlerini hatırlamıyordu. Binanın şehrin tam neresinde olduğunu, hangi semtte, hangi sokakta olduğunu, sokaktaki diğer binaları ve dükkanları, apartmanın kaçıncı katında kaldıklarını bile hatırlamıyordu. Gözlerini açtığında büyük bir yatakta yatıyor olduğunu görmüştü. Uyuya kalmış olmalıydı.
Burası annesini çok değiştirmişti. Annesi artık yabancı adamlarla görüşmüyordu, uyuşturucu da kullanmıyordu. Hatta içki bile içmiyordu. Buraya geldiklerinden beri hep ayıktı. Buna mutlu olmuştu ama nedense annesi dostlar arasında olduklarını söylemesine rağmen burada çok mutlu değilmiş gibiydi. Aklı sürekli başka yerde gibi duruyordu, özellikle yaşlı adamla konuşmaya gidip döndükten sonra. Bu toplantılardan sonra odaya gelir, odanın penceresinden uzaklara bakıp kalırdı. Sızmışken bile yapmaktan vazgeçmediği, bir tür koruma içgüdüsü olan oğlunun saçlarını ve yanaklarını okşama işini bile bazen unuturdu ya da o kadar dalgınca yapardı ki, oğlan annesinin derin düşüncelere dalmış olduğunu bilirdi. Birkaç kere annesine neler olduğunu sormak istedi, neden buradaydılar, o adamlarla ne konuşuyorlardı, neden gitmelerine izin vermiyorlardı? Sadece "Burada güvendeyiz." demişti annesi.
"Bir sorunumuz varsa bana da söyleyebilirsin. Ben artık büyüdüm ve artık sorunlarla uğraşma işi benim işim." Anne dalgınca gülümsemişti ve yanağını okşamıştı.
"Sen güçlü bir çocuksun oğlum. Seninle gurur duyuyorum."
Annesinin sözleri kendisini iyi hissetmesini sağlamıştı. Odaya girip televizyonu açtığında sorunun ne olduğunu hala bilmediğini çoktan unutmuştu.
Günler sonra – orada kaç gün tıkılı kaldıklarını saymayı bırakalı çok olmuştu – rahat yatağında gözlerini açıp da annesini yanında bulamayınca, önce yine o adamlarla bir odaya kapanıp kendisinden saklanan konuları tartıştıkları yeni bir toplantıya katıldığını sanmıştı ancak saatler birbirini kovalayıp akşam olduğunda endişe yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladı. Çünkü o toplantılardan birinde de olsa mutlaka bir fırsatını bulup kendisini kontrol etmek için geri dönerdi. Kontrol de öyle yaramazlık yapıp ortalığı karıştırdığından değil – böyle bir şeye izin var mıydı? -, tek başına kaldığında canının sıkılıp sıkılmadığını öğrenmek için. Her seferinde söylediği gibi canı sıkılmıyordu, bu ev garip bir şekilde isteklerine cevap veriyordu. Acıktığında bir dilim pizza ve biraz patates düşlemişti bir keresinde ve odasından çıkıp koridorun karşısındaki odanın kapısını araladığında tam da düşlediği gibi bir yemek bulmuştu masanın üzerinde. O günden sonra koridorun karşısındaki odada istediği her şeyi bulabileceğini öğrenmişti. Sadece yapması gereken tek şey kapıyı aralamadan önce ne istediğine karar verip aklının köşesinden geçirmekti. Teorisinin doğruluğundan emin olmak için yaptığı deneylerde sırasıyla naylon duvarları olan bahçe tipi küçük bir eğlence havuzu, yavru bir köpek, dondurma, spagetti, biraz daha pizza ve play station 4 düşlemişti, elbette full hd bir televizyona bağlı olarak, hepsinin de odada kendisini beklediğini görmüştü ve yüzünde şeytanca bir gülümsemeyle koridorun karşısındaki odaya sihirli oda ismini vermişti. Böyle bir oda varken canı nasıl sıkılabilirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek Taciri
FantastikBinlerce yıl önce geleceği söylenen şey geliyordu. Zaman azalıyordu ama yine de neler hissedeceğini tam olarak bilemiyordu. Kalmalı mıydı, gitmeli miydi? Kalmak isyan, gitmek zalimlik anlamına geliyordu. Bugüne kadar kendisine anlatılanların hepsi...