Bölüm 6

58 7 5
                                    


Erin, oğluyla kendisine ayırılan odaya geçtiğinde hava çoktan kararmıştı. Şehrin ışıkları perdesiz penceresinden odasına dolaşıyordu ve Erin, gecenin ona sunduğu bu eşsiz manzara karşısında adeta büyülenmişti. Ancak o biliyordu ki bu güzellik kuyruklu bir yalandan başka bir şey değildi. On yıldır bu şehrin geceleri ona adaletsiz davranmıştı.

Adaletin ne olduğu konusunda kafasında yeni soru işaretleri oluştuğunu hissedebiliyordu. Lain kafasını allak bullak etmişti. O konuştuğu zaman söylediği sözlerin gerçekliğinden nefesi kesilse de, burada, kendisine ayırılan bu odada yalnız kaldığında sözler etkisini yavaş yavaş kaybediyor, binlerce yılın alışkanlığı olan inanç hasar görmüş olsa da sapasağlam yükseliyordu yüreğinde ve beyninde.

Başı çatlıyordu sanki. Kafasının içindeki kaos, düşüncelerinin kapıldığı fırtınanın şiddeti ve insan taklidi yaptığı on yılın sonunda içine yerleşen adaletin olmayışı düşüncesine karşı haykırmak istediği isyankar cümleler başının dönmesine sebep oluyordu. Şu anda, tam da şimdi, neredeyse her akşam yaptığı gibi kötü düşüncelerden ve bu kafasının içindeki kaostan kaçmak için bir doz saf eroini damarlarına zerk etmek ve bedenen olmasa bile ruhen, yani asıl kendisi gibi, bir melek gibi uçup bambaşka diyarlara gitmek istiyordu. İnsan olmak çok sıkıcıydı ve çok zordu. Melek olmayı özlemişti. On yıldır üzerinde taşıdığı bu narin bedeni bir kenara sıyırıp gökyüzüne yükselmenin vermiş olduğu o muhteşem hazzı yeniden yaşamak istiyordu ve artık biliyordu ki bunu bir kere yaparsa bir daha bir beden giyinmeyecek ve bu dünya denen çöplüğe bir daha ayak basmayacaktı. Bu düşünce ne zaman aklına gelse çoşkun bir duygu dalgası yüreğinin duvarlarını çılgınca dövüyordu ve tam da o anda sevimli oğlunun yüzü geliyordu gözünün önüne. En son yaşadığı o döküntü binadaki ayyaş fahişelerden birinin söylemiş olduğu bir söz vardı ki; her şeyden, geçmişten, gelecek kaygısından, içindeki duygulardan kendisini arındırıp bugüne odaklanmasını sağlıyordu: "Annelik fedakarlık ister."

Böyle bomboş oturup, odanın penceresindeki hain geceyi ve yalancı şehir ışıklarını izlemekten ve düşünüp durmaktan sıkıldığında dışarı çıkıp dolaşmak istedi. Ama mabed denilen bu yerin yabancısıydı ve biliyordu ki buradaki her yer güvenli değildi. Ama yine de odanın içinde tıkılıp kalmak istemiyordu. Biraz hava almaya ihtiyacı vardı, sigara içmek istiyordu. Belki de bir yerlerden bir kahve bulurdu kim bilir?

Kapının kolunu yavaşça ve ihtiyatla çevirdi. Kapı ses çıkarmadan açıldığında kendi kendine orada bir misafir olarak tutulduğunu hatırlattı, tutsak olarak değil. Yine de tedbirli davranmak gibisi yoktur, bugüne kadar işte böyle izini saklamayı başarmıştı.

Geniş bir koridorun orta yerinde kalakaldı. Ne tarafa gideceğini bilmemenin vermiş olduğu çekingenlik ve sanki yaptığı şeyi kimsenin bilmemesi gereken bir kabahatmış gibi hissettiğinden bir an durdu ve sağına soluna baktı. Açık yeşil duvarlardaki yağlıboya manzara resimlerinin yaratmış olduğu taze bahar havası, yumuşak halıların rahatlığı ve de mabed sakinlerinin kendisine karşı kötü davranmamaları -henüz- gardını biraz indirmesine ve biraz rahatlamasına sebep olmuştu. Bu aslında iyi birşeydi. Kendini olayların akışına bırakarak yürüdü ve bir yerlerde bir teras ya da bir balkon bulmayı umdu.

Setras gecenin derinliklerine bakarak derin düşüncelere dalmıştı. Erin'in mabedde olması, o küçük çocuk ve Lain'in planları... Bugüne kadar Lain'in yanında olmuş ve Işığa ihanet etmişti ama içinden bir şey doğru şeyi yaptığını söylüyordu. Yine de, dünyadaki tüm kandırmacayı kendi gözleriyle görmüş olsa bile bazen küçük şüphe zerrecikleri tarafından rahatsız edildiği oluyordu, tıpkı bu gece olduğu gibi. Şehir parlak elbisesini giymişti işte, karanlıkta her taraf ışıl ışıldı. Ama tüm bu güzelliğin arkasında bir yerlerde insanoğlu birbirlerine kötülükler yapıyordu.

"Güzel değil mi?" Erin elinde bir kahve fincanıyla balkon kapısının eşiğinde duruyordu. Fincanı kapının hemen yanındaki pencerenin dar pervazına bıraktı ve sigara paketinden bir sigara çıkarıp yaktı.

"Güzel ama sahte."

"Sen de benim kafadasın."

"Buna sevindim."

"Neden buradasın Setras?"

"Bilmem, hava almanın iyi geleceğini düşündüm."

"Neden buradasın? Mabedde, Lain'in yanında?"

"Pek çok şey gördüm, bana öğretilen şeylerin tam bir kandırmaca olduğunu kanıtlayan pek çok şey. Lain bana dürüst davrandı. Beni kandırmaya kalkmadı, aldatmaya çalışmadı."

"Tek neden bu mu? Lain de belki seni kandırıyordur ama daha bunu farketmemişsindir?"

"O zaman seni de kandırdığı kesin. Sen de buradasın."

"Ben zorunluluktan buradayım. Biliyorsun oğlum..."

"Evet, şu küçük çocuk. Onunla ne yapmayı planlıyorsun?"

"İnsanlar evlatlarıyla bu tarz planlar yapmazlar Setras."

"Sen bir insan değilsin Erin."

"Biliyorum.Ona aslımı anlatamam, sadece onu seviyorum.Onun bana ihtiyacı var."

"Görünüşe göre senin de ona ihtiyacın var. Hareket zamanı geldiğinde sana ayak bağı olacak o çocuk."

"Hareket zamanı geldiğinde mi? Ne yapacaksınız?"

"Emin değilim ama Lain Işığa gitmeyi planlıyor."

"Bu delilik! Siz burada güçlü olabilirsiniz ama orada hiç şansınız yok."

"Belki öyledir, belki de değildir. Bilemiyorum."

"Bunun sonu nereye varacak Setras?"

"Her şeyin sonunun vardığı yere, sonsuzluğa."

Erin ciğerlerindeki son dumanı gökyüzüne yolladı ve bulutların aralanmasıyla kendini gösteren dolunay göz alıcı ihtişamıyla onları düşünceler içinde sesiz bıraktı. Her ikisi de içlerinde yankılanan sözlerin dalgalar halinde büyüyerek zihinlerini esir almasına izin verdi, her ne kadar bu sözler onları bir açmazın içine sürüklese de.

Rahat bir uyku çekmek için odasına gittiğinde oğlunun uyuduğunu gören Erin onun yanına uzandı. Uyuyamasa bile oğlunun kokusunu içine çekti ve Lain'in çılgın planları ne olursa olsun, herşeyin sonunda oğlunun sağlıklı ve mutlu olmasını diledi.

Sıkıntılı geçen gecenin sabahında Erin, oğluyla küçük bir mutfakta kahvaltı masasında oturuyordu. Etrafta kimseler yoktu, o masayı kimin hazırladığını, ekmekleri tam da oğlunun istediği gibi kimin kızarttığını, yumurtayı yine oğlunun sevdiği şekilde kimin haşladığını bilmiyordu ama garip gelmiyordu artık. Burası Lain'in eviydi ve tüm kontrol ondaydı, her şeyin nasıl olmasını istiyorsa öyle yapabiliyordu burada. Mabed'de yaşayan herkesin ne zaman ne yaptığını, akıllarından neler geçtiğini ve hatta ne zaman ne yapacağını bile biliyordu. Tanrı gibiydi burada. Bu düşünce bir an korkuttu onu. Lain'i kanlı canlı karşısında görmek onun gerçekte ne olduğunu gözardı etmesine neden oluyordu. O Lain'di, lanetlenmiş olan. Zamanın başında Işıktaki en bilgili kişiydi, en maharetlisi ve de en hırslısı. Işıktaki bir melek için hırs hiçbir şey ifade etmezdi kuşkusuz ama o Lain'di, melek değildi. İlk insanın yaratılmasından sonra anlatılan o meşhur yaratıcıyla bahis tutma hikayesini yaratıcının tüm seçilmişleri anlatmışlardı insanlara ve de o olaydan sonra Lain Işıktan kovulup yeryüzüne gönderilmişti. Erin birden korkuya kapıldı, burada ne yapıyordu, Lain'in yanında yaratıcıya karşı kurulan planlara alet ediliyordu. O sonsuz gücü olan yaratıcıydı. Pekiyi ama insanların arasında görmüş olduğu o adaletsizlik neydi?

"Anne burası neresi?" Oğlunun sesiyle irkildi birden. Ne cevap vereceğini bilemeden durakladı bir an. Sonra yüzünde her şeyden memnun olan bir gülümsemeyle "Burada dostlar arasındayız, korkacak bir şey yok." derken buna gerçekten inanmak istedi.


Melek TaciriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin