Lain'in isteğiyle bir gün önce toplandıkları odaya geçtiler yine. Aynı kişiler vardı odada, masa, oturdukları rahat koltuklar hatta gün ışığının geliş açısı bile, hep aynıydı. Tek fark Lain'in yüzündeki ifadeydi, kendinden emin, olanlardan memnun ve kurnazca bir gülümseme yayılmıştı yüzüne.Yüzündeki ifadeyi koruyarak odada bulunan herkesin yüzüne baktı tek tek. "İşte başladı." dedi, Erin, Setras ve Kostas olmasını binlerce yıldır bekledikleri o anın geldiğinden emin ama bir o kadar da itiraf etmeye korkarak baktılar birbirlerine. Erin içlerindeki soruyu ortaya dökme cesaretine sahip tek kişiydi:
"Ne başladı?"
"Kıyamet, armageddon, son savaş artık adına her ne deniyorsa." Lain hala gülümsüyordu.
"Nereden biliyorsun?" Yaptığı hatayı anlaması için Lain'in manalı bakışlarına gerek yoktu, refleksle elini ağzına götürdü. Bu hareketi Lain'in yüzündeki gülümsemeyi daha da genişletti.
"Nereden bildiğimin bir önemi yok sevgili Erin. Sadece biliyorum ve sen de bildiğimi biliyorsun. Dün gece, o sıkılgan, bulutlu gecede Işıktan bir savaşçı indi yer yüzüne, Kudüs'ün kuzeyindeki zeytin tepesine. Kim olduğunu biliyorsun."
"Kutlu Olan..."
"Ta kendisi... Ve burada, yer yüzünde olması beklenen ama olmayan hayali canavarları katledecek. Görevi bu. Sonra da tüm dünyayı Yaratıcı'nın son dininin çatısı altında toplayacak, hem de kendisi başka bir dinin seçilmişiyken. Tüm bu işleri yapması için kırk günü var."
"Hala gülümsediğini görüyorum, bu ciddi bir durum değil mi senin için?"
"Elbette değil, bunlar kutsal kitaplarda söylenenler. Gerçekte ne yapmak için geldiğini bilmiyorum bile."
Setras ayağa kalktı ve odanın içinde dolaşmaya başladı. "Planın nedir Lain?"
"Savaşacağız, elbette istedikleri buysa."
"Ya değilse?"
"Ne istediğini çok iyi biliyorsun. Bu dünyayı yok etmek ve yerine başka bir dünya yaratmak."
"Yaratıcı gücü yok onun."
"Yok."
"Pekiyi nasıl..."
"Bunları düşünme Setras. Şimdi değil. Yapmamız gereken çok daha acil işlerimiz var. Öncelikle bu dünyayı yok olmaktan kurtarmak zorundayız."
"Neden?" Erin yaşadığı on yıl boyunca maruz kaldığı adaletsizlikten dolayı bu dünyadan nefret ediyordu ve Lain'in birden bu pislik dünyayı kurtarmaya bu kadar hevesli oluşu sinirlendirmişti onu.
"Burayı seviyorum çünkü. Dünya üzerinde yaşayan bazılarının böyle bir sonu hak ettiğine şüphe yok elbette ama bu azınlık için bütün bir dünyayı yok etmek... fazla acımasız.. Ayrıca senin oğlun da burada, bu dünyada yaşıyor." Erin'in kararsızlıkla çevrili bakışlarına ani bir kararlılık, oturuşuna bir özgüven geldi birden. Sırtını dikleştirdi, buradan nefret etse bile kurtarılmasına yardım etmeliydi. Annelik fedakarlık ister, demişti bir zamanlar ayyaş bir fahişe, haklıydı.
"Bizimle misin Erin?"
"Sizinleyim..."
"Buna sevindim."
Uçmak harika bir şeydi o an. Ama garipti de. Üç bin fit yükseklikte bulutların arasında süzülmek ama rüzgarı saçlarında hissedememek. Güneşi yakından görmek ama yakıcılığını tadamamak. Uçmak ama bir yandan da on senedir çıkarmadığı, deforme olmuş, kirlenmiş, giyilmekten laçkalaşmış bedenin içinde olmak. Yanında Setras'ın yavaş yavaş aşina gelen kokusuyla. Çocuğunun kokusunu geride bırakarak.
Uçmak ama tamamen kendinde olmak.
Toplantının ardından on beş gün boyunca hiçbir şey yapmadan Mabed'de tıkılıp kalmak kelimenin tam anlamıyla felaketti. Kapana kısılmış hayvanlar gibi vahşi bir iç güdüyle bir sağa bir sola dolaşıyor ve düşünüyordu. Binlerce yıldır beklenilen mutlak son bu kadar yakındı, Lain bir şeyler yapmazsa dünya yok olacak ve oğlu da dünya üzerinde yaşayan tüm insanlar gibi ölecekti. Başarırlarsa dünya yok olmaktan kurtulacaktı ama kendisi de yaratıcının korkunç gazabına uğrayacaktı. Ve dünya yine de yok olacaktı, bir süre sonra elbette. Tarafını seçmişti, kendine her ne olursa olsun, oğlu yaşamalıydı. Gerçi her ne yaparsa yapsın kazanacağı süre en fazla elli ya da altmış yıl olacaktı ve sonra her insan evladı gibi o da ölecekti. Mukadderat... İnsan oğlunun önlenemez yazgısı için ne kadar da müzikal bir kelime...
Oğluna olanları belli etmese de, husuzsuzluk verdiğini biliyordu ama kendini engelleyemiyordu. Hapishanede bulunan insanlar gibi duvarlara çizikler atıp mutlak sona kaç gün kaldığını hesaplamamak için kendini zor tutuyordu. Zaman böylesine hızla akıp geçerken bir şeyler - her ne olursa- yapamamaktan patlamak üzereyken eline iki adet uçak bileti tutuşturulduğunda mutlu bile olmuştu. Setras'la birlikte Kudüs'e, Kutlu olanın kendini ilan ettiği ve bazı insanlar tarafından iki bin yıl önce olduğu gibi huşu içinde dinlendiği şehre gideceklerdi. Lain'in söylediği sadece bu kadardı.
Bulutların üzerinde hızla ilerlerken hala ne yapacaklarını tam olarak bilemiyorlardı. Sadece uçağa binmek ve Kutlu Olanın yanına gitmek tüm işi çözecek gibi bir algı oluşmuştu bir an için üzerinde. Sonra kendine saçmaladığını itiraf etti. Belki de sadece yanına gidip onunla konuşurlardı ve onu ikna etmeye çalışırlardı. Ne için? Lütfen dünyayı yok etme, en azından şimdilik. Biraz ertelemen mümkün mü? Kutlu Olan elbette ki kendi başına dünyayı yok edemezdi. Bunu yapacak olan yaratıcıydı. Ancak Lain, yaratıcının da bunu yapacak gücü olmadığını söylüyordu. Bunu yapacak olan kendi türünden varlıklardı. Samuel, kadim boruyu çaldıktan sonra, Micheal'ın tüm çırakları yeryüzünde saklandıkları yerlerden çıkacaktı ve dünyadaki yaşamı sona erdirecekti. Azrail'in çırakları her yerde görevde olacaktı. Bu durumda Kutlu Olan ne işe yarıyordu ve Setras'la birlikte neden onun yanına gidiyorlardı? Birden Lain'in kendilerinden sakladığı planı anladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek Taciri
FantasyBinlerce yıl önce geleceği söylenen şey geliyordu. Zaman azalıyordu ama yine de neler hissedeceğini tam olarak bilemiyordu. Kalmalı mıydı, gitmeli miydi? Kalmak isyan, gitmek zalimlik anlamına geliyordu. Bugüne kadar kendisine anlatılanların hepsi...