3

24 0 0
                                    

Elimde ki telefonu çantama koyduktan sonra montumu aldım ve ona döndüm. Tepki vermeyeceğini anladıktan kapıya yöneldim. 

"Hoşçakal Lydia Teyze" 

-İyi de insan bi güle güle der...

-Anahtarlar  ! 

Elimi açarak bekledim fakat vermemeye kararlı bir şekilde ellerini kilitleyerek bana tabiri caizse delici bakışlar atmaya başladı.

-Beyza seni burada durmuş bekleyemeyeceğim benim sabrımı sınama ve şu anahtarları ver bana. Hemen !

-Beni tanıyamadıysan diye söylüyorum öyle bir şey olmayacak uzatmana gerek yok.Senin yüzünden ölmek istemiyorum.

Aslında haklıydı bu sinirle o arabayı kullanırsam sonumuz felaket olurdu. Ve sinirli sinirli arabaya binerek kapıyı hızlıca çarptım.Onunda binmesini bekledikten sonra....

-Çok hızlı anladın mı çok hızlı ve kontrollü -beni dinlemediğini fark ederek- çok hızlı anladın mı beni? 

Diye ikinci kez sesimi yükselttim.

-Anladım.

Der demez gaza köklendi. Bana sinirlenmişti ve yine her zaman ki gibi sustu ağzını dahi açmadı.

Yolu yarıladığımızda 15 dakikadır yolda olduğumuzu anladım ve gözlerimi ibreye yönelttim hızımızın tam tamına 140 km olduğunu fark edince. Beyzayı uyarmaya başladım fakat dinleyen yoktu. Tüm yol boyu sustuğu yetmediği gibi benden nefret ediyormuş gibi... "Kes sesini" demekle yetindi.

Bende boş vermişlikle "İyi, bok yoluna gittiler diye haberimizi yaparlar artık" diyerek olayı kapattım...

İyi de neden böyle bir şey yaptı neden bana haber vermedi hadi babamı geçtim dayım ya dayım neden haber vermedi. Bunu nasıl gizleyebildiler neden onun kötülüğünü düşünürler. Aklım almıyor aklım bir türlü almıyor. Yoruldum sürekli bir şeylerle ilgili canımın sıkılmasından üzülmekten yoruldum. Geceleri aynı kabuslar uyanmaktan yoruldum. Ben-benim ne yapmam gerekiyor onu bile bilmiyorum. Gidip onlara bağırıp çağırıp ortalığı yıkmalı mıyım yoksa oraya geri dönüp onu oradan çıkartmalı mıyım ?  Gerçi çıkarsam nereye götüreceğim ? Bilmiyorum....

Kendimi de annemi de düşünemez hale geldiğimde. Beyza'dan özür diledim ama her zaman ki gibi onun için pek bir şey ifade etmedi.  Onla daha sonra uğraşmaya karar vererek etrafa bakınmaya başladım. Gözlerim yanmaya başlayınca ağlayacağımı anlayıp arabayı sağa çekmesini rica ettim. Zaten şehir merkezine gelmiştik. İndikten sonra -ona bakmayarak- "şuradaki dükkandayım lavaboyu kullanacağım" diyerek uzaklaştım. Dükkana kadar kaç kere kendimi tuttum bilmiyorum ama sonunda olanlar olmuştu sıcak damlaların kan çanağına döndüğünü anladığım gözlerimden düştüğünü fark ettim. O küçük damlacıklar o kadar sıcaktı ki izlediği yol boyu sanki derimi kavurmak istiyorlardı.Onlar da acımasız değil miydi? Onlar da diğerleri gibi beni yıkmaya çalışmıyorlar mıydı? Hayır biraz daha sadece iki ya da üç dakika kadar bekleyebilirlerdi .Şimdi dursam olmaz Beyza fark eder devam etsem insanlar görecek onun için o küçük şeyleri hızlıca silip giriş yaptım dükkana . 

-Hoşgeldiniz.

Garsona boş boş baktıktan sonra...

-Lavabo ne tarafta acaba ?

-Koridorun sonundaki kapı.

Teşekkür etmeyi bekleyemedim ve koridorun sonunun gelmesini isteyerek yürümeye devam ettim.Girdiğimde sadece bir kadın vardı bana acır gibi baktı ama onu sikleyemeden ilk tuvalete daldım. Kısa bir süre sanırım 30 saniye kadar sonra tekrar çıktım . Ve tam istediğim gibi kadın orada tam da bana acıyarak baktığı noktada rujunu tazeliyordu.

-Hmm vişne çürüğü mü? Güzel seçim. Senin gibi bir sürtük için ideal ton!!!

Saçlarından tutar tutmaz geriye savruldu ve karnına bir tane geçirdikten sonra kıvranarak bacaklarının üstüne ani bir düşüş yaptı! Yere de yapıştırdıktan sonra çenesinden tutarak...

-Şimdi benim sana nasıl bakma mı istersin ? Daha doğrusu kendini nasıl -Tuvalete inceleyerek ve birazda mimik katarak işe-  hissetmek istersin ? Fahişe gibi mi ? Yoksa FAHİŞE! gibi mi? 

Sanırım kullandığım desibel bi hayli yüksek olmuştu :) 

Kadını bi yandan küfür ederek bi yandan da bağırıp çağırarak dövüyordum . Üstündeydim ve üstünde olmak her ne kadar midemi bulandırsa da onu dövmek eğlenceliydi. 14 yaşında bir kız çocuğu gibi karşılık vermeye çalışması beni benden alan noktaydı zaten. Bağırma sesleri iyice yükselince içeri 1.80 boylarında 25 yaşlarında beyaz tenli sakalları olan hafifçe iri bi bey girdi ve verdiği tepki karşısında dona kaldığım bir gerçekti. Tepki şuydu; girdi baktı baktı ve sonra arkasını dönüp gitti . Sanırım garsona haber vermişti çünkü hemen arkasından şefle birlikte iki garson geldi ve beni o lanet sürtüğün üstünden kaldırdılar. Beni tuttuklarında "Napıyorum lan ben" diyerek birazda şaşkın halde kadına baktım ve suratımı ekşiterek " ımm keşke bakmasaydım" dedim ama iş işten geçmişti. Ben dışarı çıkarken kadını kaldırıyolardı ve tabikide havalı havalı oradan ayrılamadım çünkü kadın saçmalayıp durdu ve garsonlar dükkanı boşaltıp beni tabiri caizse tutsak ettiler. Hayır yani falladığımın karısı ne diye çıldırır ki öyle. Bi insana, normal Bi insana bakar gibi bakmış olsaydı ne o güzel (!) pedikürlü tırnakları kırılırdı ne de o naçizane yüzü parçalanırdı. Polisler geldi sorgu morgu derken dükkanın kapısı açıldı ve içeri biraz önce bize bakan beyaz tenli bey girdi. Ve masalardan birine oturdu. O masaya otururken aslında bu mekanın çok güzel bir yer olduğunu fark ettim bi tarafı kafe bi tarafı bar olan kafelerdendi. Çok tatlı ve sıcacık bir yerdi. Hayır ben böyle ortamlar bulmak için hem araştırma yapan hem soruşturan hem de gezen bi insandım ve buraya neden hiç rastlamamıştım şaşırdım.Neyse polisler olayı kaba saba öğrendikten sonra bizi karakola götürmek için yola koyulmuşken birden düşünce deryasın da beliren beyaz tenli beye tekrar baktım ve polis arabasına doğru yola koyulduk. 

Bi' Demli ÇayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin