Whatsapp grubumuzda konuşurken kızlar bunaltıcı sıcaklıktan biraz olsun uzaklaşmak istediklerini söylediler. Hakikaten hava fazlasıyla sıcaktı. Aklıma halka kapalı olan Fransız tatil köyü geldi. Halka kapalı olduğu için sadece turizmciler girebiliyordu. Eniştem de bir truzimciydi. Kızlarla fikrimi paylaştım onaylarını aldıktan sonra eniştemi aradım. Enişteme arkadaşlarla oraya gitmek istediğimi söyledim. Eniştem tatil köyünün kapısında duran görevlilere haber vereceğini söyledi. Kızlara haber verdikten sonra plaj çantamı hazırladım. Eniştemin gönderdiği şoför kapıya gelince telefonum aniden çaldı. Arayan eniştemdi. Şoför gönderdiğini ve kapıda beklediğini söyledi. Ayakkabılıktan plaj terliklerimi çıkarıp hızlıca giydim. Şoförü tanıyordum. Bizim kızları tek tek evlerinden alırken şoför Ibrahim abiyle lafladık. Kızların hepsini aldıktan sonra kuzenimin bana anlattığı olayı anlattım onlara. Tatil köyünde kuzenim ile arkadasi maceraya atılmak istemişler. Tatil köyünün dağının arkasında gizli bir bar olduğunu keşfetmişler. Dağı aşıp bar tarafına geldiklerinden otların çıtırdadığını duymuşlar. Sese doğru baktıklarında bir adam görmüşler. Adam hızlıca koşmaya başlamış. Bİzim yüreklilerde adamın peşinden koşmuşlar. Adamın ormana girdiğini gördüklerinde peşini bırakmışlar. Barın olduğu alana geri dönmüşler. Oradaki suyun sıcaklığına bakmak için denize girdiklerinde bir çift gözün onlari izlediğini hissetmişler. Hiçbir şey fark etmemiş gibi yavaşça denizden çıkmışlar. Eşyalarını sakince yerden alıp, hızla koşmaya başlamışlar. Ailelerinin yanına vardıklarında ise onlara hiçbir şey anlatmışlar. Tâbi ben bunu anlatınca bizim kızlar biraz tırsmış gibi duruyordu. Gözlerini kocaman açmış beni dinliyorlardı. Sonunda "böh"diye bağırınca hepsinin yüreği ağzına geldi. Sonunda tatil köyüne varmıştık. Arabadan indikten sonra herkes bagaja yöneldi. Hepimiz elimize birer poşet aldıktan sonra koskoca ağaçların koskocaman bölgelerinden birine serdik hasırımızı. Kızlar biraz tedirgindi. Anlattığım olay onları sanırım derinden etkilemişti. Deniz harika görünüyordu. Tertemizdi ve masmaviydi. Bir an önce denize girmek istiyorduk. Ilk önce biraz atıştırdık. Iyice sismisti göbeklerimiz. Çantama uzanıp, içinden güneş kremini çıkardım. Kapağını açıp elime bir miktar krem sıktım. Vücudumun tamamen kremlenmesini sağlamıştım. Genellikle sırtımın orta bölümlerine elim yetişmediğinden oralari kremsiz kalırdı. Bazen de yanardı. Ayağa kalkıp plaj terliklerimi giydim. Denizin kenarına geldiğimde terliklerimi çıkardım. Taşlara hapsolan o müthiş sıcaklık ayaklarımı bir kez daha yakmıştı. O yanma hissiyle denize koşar adımlarla yanaştım. Arkamı döndüğümde kızlar hâlâ hasırın üzerinde krem sürüyorlardı. Didem'e gelirken yanında benim plaj havlumu getirmesini de söyledim. Denize ilk adımımı attığımda irkilecegimi sanmıştım. Fakat deniz sıcacıktı. Bir kaç adım daha attım. Deniz gittikçe derinleşiyordu. Bir anda ayağımın yere değmediğini fark ettim. Önce hafif bir telaş yaşadım. Çırpına çırpına geriye doğru geldim. Derin yerlerde yüzemiyordum. Kızlar sonunda gelebilmişlerdi. Yaklaşık on beş dakika da anca girebilmişlerdi denize. Deniz yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Biraz da dalgalanmıştı. Aklıma karpuz gelmişti. Hemen karpuza doğru koştum. Karpuz sıcak yenmezdi. Büyük poşete karpuzu koyup posetin ağzını sıkıca bağladım. Ucuna da çantanın süsü için kullanmış oldukları uzun ipi söküp posetin ağzına bağladım. Karpuzu denize bırakıp ipin diğer üçünü büyük bir taşın altına sıkıştırdım. Daha sonra tekrar denize girdim. Yarım saat sonra denizden çıkıp havlularımıza sarıldık. Karpuzu denizden çıkarıp kızların yanına götürdüm. Kızlar dik dik bana bakıyorlardı. "Ne yapıyor bu? " Bıçağı getirip karpuzu kestim. Kızlara karpuzdan küçük dilimler kesip tattırdım. Kızlar "sen bir dahisin"der gibi bana bakıyorlardı. Didem hemen atıldı. "Kanka bu buz gibi. Çok güzel" bunları söylerken karpuzdan bir dilim daha almak için uzanıyordu. Karpuzumuzu da yedikten sonra yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Saat sekizi geçmiş dokuza doğru ilerliyordu. Eve vardığımda saat ona yirmi vardı. Hemen ılık bir duşa girdim. Müthiş bir gün ardında koca bir yorgunluk bırakmıştı. Yatağımın üzerine katlayıp bıraktığım pijamalarımı giydim. Mutfağa gidip dolabı açtım. Yiyecek olarak pek fazla birşeyin kalmadığını fark ettim. Elime telefonumu alıp sokağın başındaki Hasan amcanın küçük bakkalının numarasını aradım. Telefonu Hasan amcanın oğlu açmıştı. Bir kaç şey getirmesini istedim. Telefonu kapatıp televizyonunun kumandasını aradım. Nereye koyduğumu hatırlamıyordum. Yaklaşık on dakikalık aramanın sonucunda kumandayı mutfaktaki meyve sepetinin içinde buldum. Ne garip. Hangi kafadayken onu oraya bıraktıysam. Bazen kendime çok şaşırıyorum. Hiç olmadık hareketlerde bulunuyorum bazen. Bu hareketleri onu düşünürken yaptığımı düşünüyorum. Artık ona adıyla hitap etmek istemiyorum. Daha yakın lakaplar olabilir mesela. Öküz olur, odun olur. Bunlar her kızın sevgilisi için kullandığı lakaplardır genelde. Ama içimden bunlar da gelmiyor. Ona nefesim diyesim geliyor. Onsuz olmazmış gibi. Hemen bu ergen düşünceleri aklımdan siliyorum. Çünkü ben onsuz da olabilirim. Sonuçta bunları dedikten sonra yoluna devam edebilen çok kişiyi gördük biz. En iyisi ben ona odun diyim. Çünkü harbi odun. Bildiğin kütük. Hatta yontulmamış ağaç. Bunları düşünürken birden kapı ziliyle irkildim. Kapıya yaklaşırken her türkün yaptığı gibi "kim o? " diye seslendim. "Benim Hasan amcanın çırağı. "Kapıyı açıp çırağın elindeki poşetleri alıp odama doğru yürüdüm. Çantamdan çıkardığım cüzdandan bir miktar para çıkardım. Tekrar kapıya yöneldim. Parayı çırağa uzatıp teşekkür ettim. Kapıyı kapatıp mutfağa yöneldim. Poşetteki malzemeleri tezgaha çıkardım. Tencereye su koyup ocağı yaktım. Kaynamakta olan suyun içine iki çorba kaşığı tuz attım. Biraz daha kaynadıktan sonra paketini yırttığım makarnayı tencerenin içine döküp büyük tahta kaşık yardımıyla birazcık karıştırdım. Kapağı tam kapatmayacak halde tencerenin üzerine koydum. Makarna pişene kadar bende salatamı hazırladım. Makarnanın tadına baktıktan sonra piştiğini tespit ederek tencereyi ocaktan alıp tezgaha koydum. Süzgeçe döktüğüm sulu makarnanın yerini çoktan kuru makarna almıştı bile. Mutfak dolabında çıkardığım tavayı hâlâ yanmakta olan ocağın üzerine koydum. Dolaptan çıkardığım sana yağdan bir miktar kesip tavanın içine koydum. Erimeye başlayınca çatır çutur sesler çıktı. Hemen baharatlıktan pul biber, toz biber ve kimyonu getirip, erimekte olan yağın üzerine birer miktar döküp kaşıkla karıştırdım. Yağ kızılımsı rengi alınca ocağı kapatıp dolaptan yoğurdu çıkardım. Tabağıma yiyebileceğim kadar makarna koyup üzerine yoğurt döktüm. Ocağın üzerinden aldığım kızılımsı sosu yoğurdun üzerine döktüm. Tezgahta yenmeyi bekleyen salatamı da sofraya koyduktan sonra yemeye koyuldum. Son kaşığımı da aldıktan sonra hayvan gibi yiyip şiştiğimi farkettim. Bugün de böylece sona erecekti. Hâlâ odunumdan bir haber yoktu. Ilk o arayacak veya ilk o mesaj atacak polemiğine girmiş olmalıyız. Ne ben mesaj atıyordum ne de o. Neyse yarın ola hayr ola deyip ışıkları kapattım.