Çalan alarmın sesiyle yerimden fırladım yine çizim yaparken saati unutmuş ve giyinmek için geç kalmıştım. Hemen odama inip aceleyle dolabı açtım ve elime ilk geçen kot pantolon ve kapüşonlu yeşil kazağımı alarak üstüme geçirdim. Aylardan ekim olsa da yağmurlar başladığı için hava biraz serindi ve hasta olmamak için dikkat etmem lazımdı. Size bir sır vereyim grip olmaktan gerçekten nefret ediyorum.
Üzerimi giyindikten sonra resmen merdivenleri koşarak çıkıp çizimlerimi aldım ve etüt odasını tüm dağınıklığıyla kendi halinde bırakıp okula gitmek için yurttan çıktım. Okula gidebilmek için önce durağa kadar bir on dakika kadar yürüyüp ardından otobüse binmem gerekiyordu. Bazen ormanda peşinden avcı kovalayan ceylan gibi koşarak bazen de dinlene dinlene yürüyerek durağa varmıştım. Durağa vardığımda nefes nefeseydim çünkü ben nefes almayla ilgili her zaman problem yaşayan biriydim ve konuşmazken bile ağzım daima az da olsa açık olurdu. Kartımı bastıktan sonra boş yer bulmanın sevinciyle koltuğa oturdum ve her mimarlık öğrencisinin bildiği o tatlı okula gidiş yolu uykum başlamış oldu.
Her zamankinden farklıydı bu uyku sanki. Koltuk olması gerekenden daha yumuşak ve sıcaktı. Ve o koku neydi öyle normalde alerjim ve nefes problemim olduğu için oda arkadaşım bile koridora çıkıp da sıkardı parfümünü. Ama belli ki parfüm değildi bu ya da normal parfümler gibi değildi. O an kendi kendime "Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?" paradoksunu yaşarken bir ses duydum. "Uyan uykucu kampüsteyiz. Hangi fakültede olduğunu bilmiyorum o yüzden ineceğin yeri kaçırma."
Hemen aklımdaki tavuğu yurda gidince kızartmak üzere bir kenara bırakıp gözlerimi açtım. O da neydi. Neden karşımdaki insanlar yan dönmüştü? Dertleri ne bunların? Diye düşünürken o an asıl yan duranın karşımda oturanlar değil de benim başım olduğunu anladım. İyide başım neden yan dönüktü? Her zaman yolda giderken uyurdum ama başım arabalardaki süs köpekleri gibi öne düşerdi hep böylelikle okula gelmeden bir şekilde uyanırdım. Başımı olduğu yerden alelacele kaldırdıktan sonra sağa dönüp baktım. Bana gülümseyen adeta sonbaharın tüm renklerini aynı parlaklık ve canlılıkla içinde barındıran bir çift kehribar rengi göz ve yüz kusuru olmasına rağmen onda mükemmel duran belediye çukuru diye tabir edebileceğim gamzeleri beklemiyordum tabi ki. Ben ne yaptım rezil oldum diye düşünürken ve eminim yanaklarım domates olma yolunda koşar adım ilerlerken o sadece tek kaşını kaldırıp biraz alayla gülümseyerek
"Bu kadar yakışıklı bir yastık beklemiyordun herhalde. Baksana far görmüş tavşan gibi kaldın." dedi ve cevap beklercesine tek kaşını kaldırdı. Ben o an zaten yeterince utanmıştım ve içimden bir daha asla Başak, asla otobüste uyumayacaksın diyerek dışımdan da "Özür dilerim. Özür dilerim. Cidden farkında değildim sizi rahatsız ettiğim için kusura bakmayın. İyi günler" diyebildim ve aslında inmeme bir durak daha varken beklemeden Fen Edebiyat Fakültesi'nin önünde indim. Çünkü biraz daha kalsaydım muhtemelen nasıl da ağzım açık uyuduğumdan ve belki de sırf bu yüzden omzuna salyalarımı akıttığımdan bahsetmeye başlayacaktı. Daha öncesinde size nefes problemimden bahsetmiştim. Burnumdan aldığım nefes yetmediği için uyurken de %90 ağzım açık uyuyorum ve haliyle istemeden bir takım salya durumları başıma geliyor. Ama bunu birinin üzerinde uygulamam cidden çok utanç verici. Umarım bir daha karşılaşmayız.
***
Biraz kısa oldu ama umarım beğenmişsinizdir. Hatalarım olduysa kusura bakmayın ^^ Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Kendinize cici bakın ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHRİBAR
Romance"Bana gülümseyen adeta sonbaharın tüm renklerini aynı parlaklık ve canlılıkla içinde barındıran bir çift kehribar rengi göz..." *** Gülüşünü düşünmeyi bırakıp bir...