Merhabalar :) Bölümü tekrardan düzenledim. Umarım bu hali daha iyi olmuştur :) iyi okumalar ^^
***
Geçen ders Gürkan'a rağmen sınıfa vaktinde yetişebilmiştim. Zaten Sibel Hoca kalan birkaç kişinin projelerine bakıp daha doğrusu karalayabildiği kadar karalayıp dersi bitirmişti. Her zaman olduğu gibi emeklerimiz boşa gitmişti. Birde gitmeden gelecek derste yeni hocamızın geleceğinden ve artık beraber ders işleyeceğimiz gibi bir şeylerden bahsedip gitmişti.
Pazartesi ve Perşembe günleri proje dersimiz olduğu için diğer derslerimizin hepsi salı ve çarşamba gününe sıkıştırılmıştı. Bütün gün bir dersten çıkıp diğerine giriyorduk. Haliyle yurda geldiğimde yaz günü güneşin altında unutulmuş bir saksı menekşe gibi kendimden geçiyordum. Damlayla da konuşamamıştım. Normalde her gün arardı ama tek yoğun olan ben değildim sanırım.
Çarşamba günü ders çıkışında umut fakir ekmeği misali "Bu gece kesin maketi yetiştireceğim." diyerek Tan Kırtasiye'nin yolunu tuttum. Her ne kadar burayı sevmesemde mecburdum. Maket malzemesi alabileceğimiz tek yer burasıydı ve onlarda bunun gayet farkında olduğu için zaten pahalı olan malzemeleri daha da pahalıya satıyorlardı.
"Kolay gelsin." diyerek içeri girdiğimde "Hoş geldin Başak." diyen Ercan abinin sesi karşıladı beni. Birkaç adım atıp cansonlara, bildiğimiz karton azıcık rengi matlaştır üstüne canson yaz altı katına sat, yaklaştığımda maketim için uygun olan rengi aramaya başladım.
O sırada Ercan ve ikizi Erkan abinin kıymetli kedileri gözüme ilişti. Tamam, kediler tüm hayvanların içinde en temiz hayvanlardı, bir zararları yoktu ama korkuyordum hatta bana pis geliyordu işte. Bir şey söylesem bizim ikizler hemen bozulup surat yapıyorlardı. Para başkasına gitmesin diye evlenmemişler ve iki kardeş bütün gün didişip kıymetli kedilerini seviyorlardı.
Maketim için uygun olan renkleri seçtikten sonra belki süslemede kullanırım diye plastik çıtaların olduğu rafa yöneldim. Elimi uzatıp aldıktan sonra karışmış halde bulunan çıtaların içinden iki milimlik olanlardan aramaya başladım. Ben çıtalarla uğraşırken kedilerden beyaz üzerine siyah benekleri olanı gözlerini üzerime dikmiş pür dikkat elimdeki çıtaya bakıyordu.
Ercan abinin, "Misk gel kızım buraya, Başak sende sakla çıtaları. Misk çıtalara bayılıyor. Görünce hemen atlıyor." demesine fırsat kalmadan Misk denen canlının oturduğu sandalyeden üzerime atlaması boş bulunup yalpalamama sebep olmuştu. O an kalp krizi, panik atak, beyin kanaması ne varsa geçirmiştim sanki. Beyinciğim kendinden geçmiş tüm korkulu rüyalarını gözlerimin önüne sermişti.
Kedinin omzumdan inmesini sağlamaya çalışırken bir yandan kızıl derili danslarının âlâsını yapmaya başlamıştım. Tam dans ederek geri geri çıkarken biri omzumdaki kediyi almak için elime uzatınca korkup zıplamış ve kedinin de korkmasına sebep olmuştum. Arkamda görmediğim bir yere atladığında çıkan gürültüyle telaşla ne olduğuna baktım.
Yerde oturan ve üzerindeki kitaplar sebebiyle kafasını eğdiği için yüzünü göremediğim kişiye baktım. Misk o an korkuyla sıçramış ve raftakileri yerde oturan adamın üzerine düşürmüştü. Biraz zorlasam bu kişiyi tanıyacak gibiydim. Gerçi bu kırtasiyeye geldiğine göre belki bir şekilde karşılaşmış olabilirdik.
Tam yine "Özür dilerim. Özür dilerim." Diye konuşmaya başlamak için ağzımı açmışken o an bir daha asla duymayayım diye düşündüğüm yanaklarımın tekrar kızarmasına sebep olan o sesi tekrar duydum. "Orada dikilirken çok rahat olabilirsin ama kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim."
Hemen toparlanıp üzerindeki kitapları almaya başladım. Kitapların hepsini aldıktan sonra o da ayağa kalkmıştı. Bir yandan "Özür dilerim. Özür dilerim." deyip kasaya gitmeye niyetlenirken bir el bileğimden tuttu ve hareket etmeme engel oldu. Her ne kadar elimi çekmeye çalışsam da bir milim dahi hareket edememiştim. Mecbur utanarak arkamı döndüm ve yüzüne baktım. Gözlerine. Daha önce görmediğim güzellikteki kehribar rengi gözlerine.
Yine aynı alaycı ifadeyle bakıyordu ve "Hayırdır ufaklık ne bu acele?" dedi. "Malzemelerimi alıp daha maket yapacağım kolumu bırakır mısınız?" diye sorduğumda, itiraf ediyorum çıkışmamın sebebi tamamen utanmış olmamdı, gülerek "Dur ya daha yeni başladık daha tanışacağız, adın ne?" diye sordu.
"Yanlışlıkla bir hata yaptım ve özrümü diledim. Daha fazlasına gerek yok. Uzatmayın bırakın kolumu gideyim." Dedim. "Oo asabiyiz de, sende hep yanlışlıkla hata yapıyorsun sanırım. " beni süzerek konuşmaya devam etti. "Allah'tan düşürdüğün kişi bendim yoksa başkası olsa sana pek de iyi davranmazdı." Ve yine o alayla kalkmış tek kaş yandan gülen mükemmel dudaklar.
Gülüşünü düşünmeyi bırakıp bir cevap aramaya başladım. "Ya da siz benim hatalarıma ortak olmak için çabalıyorsunuz."
"Belki de. Eğer öyle olduğunu kabul edersem ufaklık, adını söyleyecek misin?"
"İşim olduğunu söylemiştim. Adımın ne olduğu ise sizi ilgilendirmez" dedikten sonra tepkim karşısında afallamasından faydalanarak kolumu ve çektim ve kasaya doğru ilerlemeye başladım. Malzemelerin parasını ödeyip dükkandan çıkarken arkamdan gelen sesi yol boyunca bana eşlik etti.
"Sanırım mimarlık okuyorsun ufaklık, eminim daha çok görüşeceğiz ve bana adını kendin söyleyeceksin."
**
Ertesi gün, tabii ki yine sabahlayıp çizim ve maket yaptıktan sonra, alelacele okula gelip sınıfa eşyalarımı bırakıp mescide koşmuştum. Hoca daha gelmemişti. O gelene kadar ben dönmüş olurdum. Yurttan çıkarken henüz ezan okunmamıştı ben otobüsteyken içinden geçtiğimiz köylerin camisinden duymuştum Allah'ın davetini. Davete icabet etmek gerek deyip mescide inmiştim.
Seccademi toplayıp yerine yerleştirdikten sonra saate bakmak için telefonu elime aldığımda iki dakika önce gelen "Hoca geldi." mesajını görünce yine geldiğim gibi koşarak yukarı çıkmıştım.
Sınıfa geldiğimde hoca ayakta dikilmiş ve dersleri bundan sonra yeni asistanıyla beraber işleyeceğinden ve kendisi gelmese bile derse onunla devam edeceğimizden bahsediyordu. Biraz sonra kapıdan o kendini beğenmiş kehribar gözlü ve bence çok itici olan adam girdi. Tam ağzımı "Sen burada ne arıyorsun?" demek için açacakken hoca benden önce davrandı ve "Ömer, gelsene. Gel ve kendini tanıt." dedi. O an gerçekten bir grubun şarkısında "Son bir kez gördüm dibimi, sonumu, mutsuzluğumu." derken neyi kastettiğini anlamıştım. Ömer denen kehribar göz kaşlarını kaldırıp bana gülümsedikten pardon sırıttıktan sonra hocanın yanına gelerek "Merhaba arkadaşlar, ben yeni öğretim görevlisi Ömer. Ömer Koşan"
Hani dersiniz ya bazen ben çok mu şanssızım diye. Demeyin işte bakın ben çok mu şanslıyım? Bana bakın ve kendi halinize şükredin. Sınıf dört gruba ayrıldığı için ve her grubun hocası farklı olduğu için sadece bizim gruptakiler sırayla kendini tanıtmaya başladı. Sıra bana geldiğinde durdum. Şimdi anlamıştım arkamdan neden öyle seslendiğini. Gururuma ve sinirime engel olmaya çalışarak konuşmaya başladım. "Hoş geldiniz, benim adım Başak. Başak Bertan."
"Memnun oldum Başak" derken yüzündeki gülümsemeden benimle içten içe ne kadar alay ettiği anlaşılıyordu. Daha ilk haftalardan hocalardan birinin gözüne batmıştım. Hani ben sessizce yaşayacaktım okul hayatım boyunca.
O günden sonra okul hayatım tam da tahmin ettiğim gibi gitmişti. Kehribar göz etrafta kimse yokken benimle uğraşmaya, ufaklık demeye ve bana okulu dar etmeye devam etmişti. Neden böyle yapıyordu anlamıyordum. Çocuk gibiydi resmen.
***
Sizce nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir. Hatalarım varsa kusura bakmayın. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Kendinize cici bakın ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHRİBAR
Romance"Bana gülümseyen adeta sonbaharın tüm renklerini aynı parlaklık ve canlılıkla içinde barındıran bir çift kehribar rengi göz..." *** Gülüşünü düşünmeyi bırakıp bir...