Merhabalar :) Umarım güzel olmuştur. Birde yorum olursa daha da güzel olur, iyi okumalar :)
***
Bütün hafta sonumu "Ben neden bu işe kalkıştım." diye pişman olarak sürekli ders çalışarak geçirmiştim. Artık sokakta yürürken gördüğüm bankların bile kesitini alarak yürüyordum. Sinem Hoca çok zor beğenirdi ve tasarım konusundaki fikirlerimiz kesinlikle uyuşmuyordu. Bunu mimarlıkla alakası olmayan biri bile baktığında çok rahatlıkla anlayabilirdi. Bütün olumsuz düşünceleri kafamdan atarak okulun yolunu tutturdum.
Sınıfa girdikten kısa bir süre sonra Sinem Hoca ve tabi ki Kehribar Göz kapıda göründü. İçimi anlam veremediğim bir telaş kaplamıştı. Aslında korkuyordum ve kendime güvenim sıfırdı. Zaten hiçbir zaman kendine güvenen biri olamamıştım. Bu yüzden en son ben gösteririm diye düşünürken Sinem Hoca "Başak sen önceki ders de göstermemiştin hazırlan ilk sende sıra." dediğinde aklımın keçilerinin çobanı "lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgim." şarkısına başlamıştı bile.
Sinem Hoca'nın bir kere daha seslenmesi ile hemen düşüncelerimden sıyrılıp "Peki hocam." deyip yanına gittim. Zaten her ders projemi gösterirken aşırı heyecan yapardım gerçi benim heyecanlanmadığım zaman var mıydı ki? Genel olarak birileriyle konuşurken ya heyecanlanır kekeler kalırdım ya da utanır hiç konuşamazdım. Sadece yakın arkadaşlarımla olan ortamlarda kendim olup, rahatça gülüp eğlenebiliyordum.
Her ne kadar bütün hafta sonu sıkı bir şekilde ders çalışsamda projemde eksiklikler olduğunu biliyordum çünkü bazen değil saatler günlerce bile baksanız işin içinden çıkamazsınız. Yüzerken fazla derinlere daldığınızda aniden bacağınıza kramp girer ya ne kadar çırpınsanız da hareket edemezsiniz birinin yardımınıza ihtiyaç duyarsınız. Proje de işte öyle... Bu durumda benim yardım aldığım kişi tabi ki tahmin ettiğiniz gibi Sinem Hocaydı.
Hocalarımızın seçtiği alana otomobil galerisi tasarlıyorduk ve benim projemde şu an için idarenin bulunduğun katın planlarında bazı sorunlar vardı. Bunu bende biliyordum. Sanırım daha fazla tez okumalıydım. Amacım Sinem Hoca bana eksikliklerimi söylemeden "Hocam bu kısmı yapamadım." diyerek direkt sormaktı. Böylelikle belki iddiayı kaybetmiş sayılmazdım. Sonuçta kendi kendimi ifşa ediyorum değil mi ama? Hem ne demiş atalarımız "Umut fakirin ekmeğidir." Evet, günlük atasözü kotamı da doldurduğuma göre sanırım artık gerçek hayata dönebilirim.
Kafamı kaldırıp karşıya baktığımda Ömer Hoca'nın gözlerini dikmiş bizi izlediğini fark ettim. Benim halimden projemin eksik olduğunu anlamış olacak ki kendinden emin bir şekilde olacakları bekliyordu. Öyle bir bakıyordu ki çizdiklerime sanki o sonbaharın tüm güzelliğini barındıran kehribar gözleri alev alıp da her şeyi yakacakmış gibi. Ve kaşları... Her zaman ki gibi çatıktı ve bunun etkisiyle alnı kırışmıştı. Boyu standart bir insana göre uzun olduğu için, sanırım 1.85'ten fazlaydı, otururken bile yukarıdan bakabiliyordu.
Ona baktığımda biraz da olsa yakışıklı göründüğünü fark ettim. Kimi kandırıyorum ki? Oldukça yakışıklıydı hatta gördüğüm en yakışıklı adamdı. Kaşlarını çatıp bakarken bile bu kadar güzelse güldüğü zaman, içten gülümsediği zaman, nasıl gözükeceğini merak ettim. Gamzeleri vardı ilk karşılaştığımızda fark etmiştim. Birde geçenlerde hocalardan birine hafif tebessüm ederken görmüştüm onu. O an aklıma geldiğinde neden bilmiyorum ama bir an için o şekilde bana gülümsediğini hayal etmeye başladım.
O an beynimin mantıklı düşünen sol lobu hayalperest olan sağ lobunu alt etmek istercesine "Yapma Başak. Sende güneşin parlaklığına kapılma... Güneşin parlaklığına kapılıp da sakın güneşe yaklaşma diyen babasını dinlemeyen İkarus gibi sende yanma... Onun gibi önce yanıp ardından denizlerde boğulma. Kendine gel." diye haykırdı. Sanırım sağ lob beyaz bayrağı çekmiş olacak ki aklımdan geçenleri susturup derse dönebildim.
Sinem Hoca eksikliklerimden bahsediyordu. Lanet olsun ben sağ lobuma uyup hayal deryasında kürek çekerken hoca idari kısmımdan eleştiriyordu. "Son olarak Başakçım ofislerde çalışanlar güneş ışığını sol yandan almalıdır. Bu şekilde daha verimli bir plan olur." dedi ve sözü bana bıraktı. "Evet hocam haklısınız bir dahaki ders o şekilde düzeltip gelirim." dedikten sonra, kendi yerime oturmak için, hocanın yanından kalkarken gözlerim istemsizce gözleriyle buluştu.
Kaşları çatık değildi. Tamamen farklı görünüyordu. Az önce bana tebessüm etse nasıl gözükür diye merak ederken; gamzeleri... İşte oradaydılar... Ama gülüşü sıcak bir tebessüm olmaktan çok uzaktaydı. Adeta Cheshire Kedisi gibi bir sırıtış hâkimdi güzel yüzüne. Bu her ne kadar moralimi bozsa da sonunda tekrar görmüştüm gamzelerini. Sinsi bir sırıtışla bile olsa görülmeye değer güzellikteydi.
Ders bittikten sonra Ömer Hoca yanıma gelip "Ee ne ısmarlıyorsun bakalım ufaklık?" diye sorduğunda hiç düşünmeden "Kazanan sizsiniz ne istediğinizi söyleyin boş yere konu uzamasın." diye kestirip attım. Konuşmanın uzamasını istemiyordum çünkü cidden sinirliydim. Belki iddiayı kaybettiğim için ona belki de beni bu kadar etkilemesine izin verdiğim için kendime kızgındım.
Onunla konuşurken fazla sinirleniyordum. O da bunu fırsat bilerek daha da üstüme gelmeye devam ediyordu. Bu sefer nasıl olduysa uzatmadı. Keyifli gibi duruyordu. "Akşam 5 gibi seni yurttan alırım." dedi ve tam gitmek üzereyken "Olmaz." dememle birlikte sağ ayağı yere basmışken sol ayakucu hafif yukarıda olacak şekilde durdu ve yüzüme bile bakma gereksinimi duymadan "Neden?" diye sordu. Yüzünü görmesem bile ses tonundan gözlerinin kehribarın en koyu haline büründüğünü tahmin etmem çok da zor değildi.
Belki korkudan belki telaştan alelacele cevapladım. "İşten 17.30 da çıkıyorum. Yurda gelip hazırlanmam 18.30u bulur. E o kadar beklemişken akşam namazını da kılar öyle çıkarım. Bir yemek uğruna gitmesin."
Ben mi yanlış anlamıştım yoksa o derin bir nefes mi almıştı. "Buna imkân yok." diyerek egomu susturdum. Arkasını döndü ve gözlerimin içine bakarak "Olur Başak olur ısmarlayan sensin zaten, bu akşam iş konusunu da konuşalım." dediğinde küçük çaplı bir kalp krizi geçirdiğimi sanmıştım. İlk defa bana adımla seslenmişti. Bu değişimin sebebini merak etsem de sesimi çıkarmadım; ama yüzündeki sırıtıştan ve normal şartlar altında yirmi beş derece olan oda sıcaklığının bir anda artmasından yanaklarımın kızardığını anladım.
Telaşla "Görüşürüz." dedikten sonra güldü ve beni yine sırtıyla baş başa bıraktı. Bir yandan ayakları tekrar harekete geçerken diğer yandan sol elini "Seni umursamıyorum ama görüşürüz." dercesine havaya kaldırdı ve gözden kayboldu.
Allah'ım bu umursamaz hali bile o kadar tatlıydı ki...
***
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Sürç-i lisan ettiysem affola :) Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Kendinize cici bakın ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHRİBAR
Romance"Bana gülümseyen adeta sonbaharın tüm renklerini aynı parlaklık ve canlılıkla içinde barındıran bir çift kehribar rengi göz..." *** Gülüşünü düşünmeyi bırakıp bir...