Minerva.
Çıkışta gözlerim sürekli olarak Ashton'ı arıyordu. Yemekhanede değildi, bu gün ceza falan da almamıştı. En son onu kütüphaneden çıkarken görmüştüm ki oradan sonra da bir anda gözden kaybolmuştu. Üzerine su döktükten sonra... Tanrım, neredeydi bir çocuk?
Kapıdan acele ile çıktığıma geniş alanda gözlerimi gezdirdim. Arkadaş grubu ortada yoktu. Luke bir ara gitmesi gerektiğini söyleyerek ortadan kaybolmuştu. Micheal bu gün gelmemişti ve Calum da henüz dışarı çıkmamıştı. Sapık değilim, sadece görme yeteneğim ve dikkatim yüksektir. O düşünceyi aklınızdan çıkarın.
Gözlerim bir o yana bir bu yana giderken altın sarısı bir görüntüyü fark ettiğim an o tarafa geri döndüm. İşte oradaydı. Kendi kendine yolun önünde duruyordu. Birini bekliyor gibiydi ama sabit durmuyordu ayağı oynuyordu. Ya da az önce gözüme çarpan altın sarısı saçlarını geriye itiyordu. Hızla ona doğru adımladım. Zaman kaybetmemeliydim.
Beni yanına gelene kadar fark etmedi, tabii. Ya da fark etmemiş gibi davrandı. Emin değilim.
"Hey," dediğimde bana dönüp kaşlarını çattı. Bu "efendim?" demek olmuyordu. "Ne diyorsun?" demek oluyordu. Yüzüme güzel olduğunu umduğum bir gülümseme oturttum. "Geliyorsun, değil mi?" uzaylı görmüşçe bana baktığında "Barınağa." dedim çekingence.
"Onu biliyorum." diye mırıldandığına kafamı salladım. Bir süre bakışlarımı ayaklarıma diktim ve sessiz kaldım ama sessiz kalmayı hep sevmiş olmama rağmen bu hakkı Ashton'ın yanında değerlendirmek istemiyordum. "Gel." dediğimde tekrar bana baktı. "Gelmeni istiyorum." yanaklarını havayla doldurduktan sonra tam konuşacaktı ki yanımızda bir araba durdu. Pencere açıldığında karşımda bir adet Calum korktuğum Hood'u gördüm. Ashton'a baktı. "Kardeşim." dedi. "Senin işin var herhalde, hadi görüşürüz." Ashton tam ona seslenip ileri bir adım atıyordu ki arabasıyla göz önünden kayboldu. Kaşlarımı çatıp "Bu tuhaftı." dediğimde kafasını salladı, Ashton. "Çok şerefsizceydi.
Gizliden gizliye gülümsedim. "Sonuç olarak geliyorsun?"
Bana bakmadan kafasını salladı. "Evet, öyle görünüyor."
Önden önden yürümeye başladığında arkasından bakakalmak yerine hızla onu yakaladım. Sonuçta bu Ashton Irwin'di. Şaşırmanın lüzumu yoktu.
Yol boyunca karşısına baktı. Arada bir, belki ama şöyle ufak bir ihtimal olarak, onun bana baktığını ve bir süre bakışlarını geri çekmediğini hissediyordum. Onun dışında ben aklıma bir şeyler geldikçe iletişim kurmaya çalıştım. Kısa ya da bozan cevaplar veriyordu. Sonra barınağa girmek için sokaktan döndü ve kapının önüne geldiğimizde girmem için beni bekledi. Davranışı beni şaşırtırken arkamdan o da içeri girdi.
"Ne istiyorsun?"
"Köpek." deyip gülümsedim. Ve o an gözüme çok güzel bir yaratık çarptı. Ağzımdan minik bir çığlık koptuğunda hemen yanına eğilip beni ondan ayıran teli açtım ve kucağıma aldım. O kadar şirin bir köpekti ki, gözlerimden birer yaş damla akmasına engel olamadım.
Ashton şaşırarak bana baktı. "Sen ağlıyor musun?" bu biraz daha şaşkınlıktan sorulan bir soruydu, yine dalga geçmiyordu. Ama "senin ağlama yeteneğin var mı?" mı demek istemişti yoksa şu an ağlayıp ağlamadığımı mı sormuştu, emin değilim.
Gözlerimi silip gülümsedim. "Ona baksana." dediğimde yüz ifadesini görmesem de yanıma eğildi birkaç saniye sonra. Köpeğin başını okşadı. Şu anki yakınlığımızdan zerre rahatsız değildim. "Küçükken bir köpeğim vardı, babamla birlikte bakardık." dediğimde kaşlarını çatıp bana baktı. Bense gözlerimi köpekten ayırmadım. "Arkadaşlarımdan çok onunla zaman geçirirdim, geceleri onunla uyurdum falan. Ama o hep giderdi." güldüm. "Sonra... bir gün gitti ve geri gelmedi. En azından bana öyle söylediler." Ashton elimdeki güzelliğin başını okşamaya devam ederken gülümsedi. "Onun da başının etini yiyor, bir türlü rahat bırakmıyorsan kaçmış olmasına hiç şaşırmadım." dediklerine alınmadım. Şaka yaptığına inanmak istedim ki, öyle görünüyordu. Yine de bunların saf görüşleri olduğuna emindim. Sadece sert bir şekilde düşünmüyordu. Ya da öyle inanıyordum, bilemiyorum.
Bir süre sonra yakınlıktan rahatsız olmuş olacak ki geri çekildi ve zihnimdeki tüm melodiler sustu. "Alıyor musun?" dediğinde gülümseyip abartılı sayılacabilecek bir şekilde kafamı salladım. "Tabii ki de, o gördüğüm en güzel ikinci varlık."
Ayağa kalkıp birincinin kim olduğunu sorgulama zahmetine girmedi bile. Onun yerine arkasını dönp yürürken sadece "O yavru için şimdiden üzülüyorum." dedi. Gülümserken ben de doğrulup peşinden gittim.
İşlemleri hallettikten sonra ona ne isim koyacağım hakkında düşündüm ve adını Ashton koyma fikri aklıma gelir gelmez düşünceyi def ettim. Bir tanesiyle başa çıkamıyordum.
Sonra Ashton beni evimin önünde getirdiğinde ve geldiğimizi haber verdiğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Evimi nereden biliyorsun?"
Sanki çok tuhaf bir soru sormuşum gibi baktı. "Seni telefonuma nasıl kaydettim sanıyorsun?"
"Hı?" dalga geçerdi belki, ama ben kesinlikle anlamamıştım ve bu da tuhaf değildi.
Ashton öyle bir iç geçirdi ki kendimi dev bir baş belası gibi hissettim. "Bak," dedi ve cebindem telefonunu çıkarıp gözümün önünde salladı. "Telefonumda tüm kızlar oturduğu sokaklarıyla kayıtlıdır. Biri hariç."
Kafamı salladığımda onun cidden gördüğüm en tuhaf insan olduğunu düşünüyordum. "Her neyse, hoşçakal."
Benim bir şey dememe fırsat bırakmadan arkasını dönüp yürümeye başladığında kendime gelip sordum.
"O hariç olan kişi kim?
Dönme zahmetine girmeden, "Mathilda." dedi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Want to Ignored // Irwin
Fanfic"Zamansızlığı bilir misin? Geldin ve beni bir savaşın içine attın. Aşk benden güçlü çıktı, işte bu kadar basit." /text/ 33 içinde #HayranKurgu Virgülüne kadar, @obsidiyensever