43

2.7K 220 60
                                        

Minerva.

Sabah erken kalkmıştım. Daha doğrusu kalkmak zorunda kalmıştım. Çünkü ne tarafa dönersem döneyim, ne yaparsam yapayım uyuyamıyordum. Birkaç saat uyuyabilmiştim ki fırsat verilirse pandalarla yarışma potansiyelim olduğuna inanırım. En azından hafta sonları.

Dediğim gibi, ne giyeceğim Ashton bana birlikte gitme teklifinde bulunduğu andan beri belliydi. Çok az göğüs dekoltesi olan uzun kırmızı bir elbise giymiştim. Kumaş bacaklarımı sarmıyordu, onun dışında üzerime oturduğu söylenebilirdi. Çok makyaj sevmezdim, sadece gözlerime yapmıştım ve saçlarımı da dağınık bir şekilde yan taraftan örmüştüm. Beni gördüğünde Ashton'ın yüzüne oturan ifade yanaklarımı da en az elbisem kadar kırmızı yapmış olmalıydı. Bana bir şey söylememişti ama alt dudağını kutsanması gereken bir güzellikle dişleyince bir şey demesine gerek bile kalmamıştı. Yüzünde oturan, gizlemediği bir ifade bana söyleyebileceği her şeyden daha gerçekçi ve daha saftı çünkü.

Onun da her zamankinden bile daha iyi göründüğünü itiraf etmeliydim. Beyaz bir gömlek giymişti ve üzerinde deri bir ceket almıştı. Saçlarını her zamankinden biraz daha farklı taraması beni mutlu etmişti. Çok özenli değildi, balodaki diğer erkekler kadar özenli gözükmediği kesindi. Ama açık ara en güzelleri oydu. Yanında korktuğum gibi abartı gözükmemiştim. Hatta onun güzelliği sayesinde gözükmüş olduğumdan bile şüpheliydim.

İçeri girdiğimizde bütün gözler bize çevrilmişti ve ben utanırken Ashton daha çok umursamıyor gibiydi. Masalardan birine yürüdük, arada birkaç esprili laf ve ufak şikayetler etmekten başka bir şey söylememişti. Her an kolundan tutup "sen kimsin ve benim Ashton'ıma ne yaptın?" demek istiyordum. Benim Ashton'ım derken... şey...

Ben aşırı derecede açık giyinmiş kızlara bakarken -yüz ifadem rahatsız edici olsa gerekti- bana seslendi. "Minerva," dedi. İrklip "Ha... efendim?" gibi değişik bir ses çıkardım. Kıkırdayıp kafasını çevirdi. Önüme dönüp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Neye bakıyorsun?"

"Hiç... etrafa, dans edenlere." duraksadı. "Sen de ister misin? Yani, dans etmek." dediğinde gözlerimin devleşmesine engel olmaya çalıştım. Sakin kalmalıydım. Kekelemeden, hissettiğim heyecanı yansıtmadan konuşmalıydım. "Neden olmasın?" dedim ona doğru gülümseyip.

Elini öne doğru uzattı ve geçmem için bana yer bırakmış oldu. Önünden geçerken arkamdan gelen adım seslerini duyunca gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Pistte boş bir alan bulduğumuzda Ashton beni durdurdu. Değişen şarkıya göz devirdim. Tam zamanında.

Ellerini belime koyduğunda temasıyla titredim. Elbisenin kumaşının üzerinden bile o kadar huzur veriyordu ki. Daha fazla şapşallık yapmamak için ellerimi boynunda birleştirdim. Yüzüme baktığında kafamı eğmiştim. Güldü, duyabildim. "Çok güzel gözüküyorsun." dediğinde bunu dışarıya söylemek istemediğini fark ettim. Teşekkür edip gülümsedim. "Bu gün tuhafsın." dedi bu sefer. Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Bunu sen mi diyorsun?" yanlış bir şey demişim izlenimi verircesine nefes bıraktı. İleri baktıktan bir süre sonra "Ee, nasıl gidiyor?" dedi.

Nasıl mı gidiyordu? Uyuduğum zamanlar dışında zamanımı düşünerek harcadığım adam yanımdaydı, herkesi kıskandıracak bir güzellikle karşımda duruyordu. Elleri beni sarıyordu, nefesi yüzüme çarpıyordu.

Gidiyordu canım işte, her zamanki gibi.

"İyi, aslında bakarsan gayet güzel." deyip gülümsedim. Oysa benimkine meydan okurcasına geri gülümsedi. Sohbet açmak için "Arkadaşların burada değil." dedim. Kaşlarını çattı. "Neden ki?" dedi.

"Bilmem. Calum, Mathilda'yı getirir filan sanmıştım." duraksadı. Korktum, cidden korktum.

Gözlerini bana çevirip uzun uzun baktıktan sonra bir nefes bıraktı. "Minerva," seslenişiyle merakla kaşlarımı çattım. "Ashton?"

Want to Ignored // IrwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin