Minerva.
Hiçbir zaman beğenmediğim ellerime baktım. Sıkıntıyla parmaklarımı oynattım. Bekliyordum. Uçağa yirmi dakikadan az kalmıştı ama Ashton yoktu. Gelmemişti, gelmiyordu. Ve benim elimden de oturduğum yerden onu beklemek dışında hiçbir şey gelmiyordu. Bundan nefret ediyordum.
Telefonumu çıkarttım, ama bu sefer saate bakmak için değil, Ashton'a mesaj atmak için. Nerede kaldığını sorduğum kısa bir mesaj yazdıktan sonra telefonu kitleyip cebime attım. Sürekli olarak girişe bakıyordum ve en sonunda gözlerimi çevirme ihtiyacı duydum. Gelecekti, geleceğim demişti. Bu yeterliydi, ona güvenim kesinlikle tamdı. Ama başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Neden arayıp haber vermiyordu? Neden mesajıma cevap vermiyordu?
Uçağıma son on dakika kaldığının anonsu yapılınca ayağa kalktım. Gitmek için değil, oturarak merakımı ve endişemi bastıramıyordum. Hareket etmem gerekti ve yanımda duran kadın sürekli olarak titreyen bacağıma sinir olmuş gibiydi. Telefonumu açıp mesajıma cevap gelmiş mi diye baktım. Ve güzel bir sonuç: Hiçbir şey. Ne mesaj, ne arama, hiçbir şey yoktu. Sonrasında da dayanamayıp aradım. Elim kayıtlı numarasının üzerine gittiğinde ne hissettiğimden emin bile değildim. Endişe, öfke, kırgınlık? Bilemiyordum ama titreyen ellerim bana hepsinin bir arada olduğunu söylüyordu.
Aradım. Çaldı, çaldı, çaldı ve sustu. Açmıyordu, sesi yoktu. Ağlamak üzereydim. Yolda mıydı? Araba mı kullanıyordu? Belki de araba kullanmadığı için açamıyordu. Bu olası bir şeydi, öyle değil mi? Kapatmadan önce telefonuma tekrar baktım, beş dakika vardı. Gelmeyecek, dedi içimden bir ses. Ya yolda başına bir şey geldiyse? Ya... kaza yaptıysa? Size klişe bir şekilde o an düşündüm, diyebilmek isterdim ama açık konuşacağım üç dakika kaldığından haberim olduğu ve uçağın oraya çağrıldığımı duyduğum anda gözümün önüne kaza yapmış, çarpışmış iki araba ve ambülansa kaldırılan sarı saçlı bir çocuk geldi, düşünemedim bile. Arkamı döndüğüm gibi koşmaya başladım. Cidden koşuyordum. Birkaç kişiye çarpmıştım ama önemsemedim bile. İçimde çok kötü bir his vardı, ağlamak istiyordum. Dışarı çıkınca şansıma bir taksi görüş açıma girdi ve aynı filmlerdeki gibi çevirip bindim. Ashton'ın evine sürmesini istedikten sonra sadece yola baktım. Yolda bir kaza izi olmaması için dua ediyordum.
Çok geçmeden Ashton'ın evinin önüne geldiğimizde taksiciye aceleyle parasını çıkarıp verdim ve eve doğru yürümeye başladım. Umarım buradadır ve iyidir ve ben de onu senin yüzünden uçağımı kaçırdım deyip sinir edebilirim. Kapının önüne gelip elimle tıklattım. Herhangi bir zil olup olmaması umurumda değildi. Birkaç saniye sonra yine tıklattım. Yine ses yoktu. Dayanamayıp bir daha tıklattığımda ise kapı açıldı ve dağınık saçları ile karşıma çıktı. Elaları pek gözükmüyordu, gözleri yarım kapalı gibiydi. Beni görünce şaşırmış bir ifade yüzünde belirdi. Kötü görünüyordu. "Minerva," dedi yorgunlukla. Kaşlarımı çattım. Korkmuştum. "Sen... hasta mısın?" gözlerinin altı morarmıştı. "İçeri gir. Üşüyeceksin." hızlıca kolundan tutup onu içeri götürürken homurdandı. Sonra koltuğa yattı. Bukleleri karışık bir şekilde alnına yapışmıştı. Çok terli gözüküyordu. "Uçağa neden binmedin? Gitmen gerek." dedi.
"Gitmeyeceğim. Üşüyor musun?" yandaki battaniyeyi üzerine örterken bir daha homurdandı. "Kendi başımın çaresine bakabilirim, uçağına git." ısrarını umursamayarak omuz silktim. "Uçak çoktan kalmıştır, ateşin mi var?"
Cevap vermedi. Saçlarını alnından çektim. Eğilip dudaklarımı alnına bastırdım ve bir süre orada durduktan sonra korkarak doğruldum. Bana gözlerinin açık olan kısmıyla şaşkınca baktı. Ama benim bakışım daha da kötü olmalıydı. "Yanıyorsun," dedim telaşla, cidden yanıyordu. "Çok ateşin var, sana çorba yapmalıyım." ateşi var mı diye baktığımı anlamış olacak ki kafasını salladı ama sonra hemen karşı çıktı. "Kendim hallederim, Minerva. Bırak beni, git sen."
Sert bir şekilde ona baktım. "Çocuk gibisin. Gitmiyorum ve kendin hiçbir şey halledemezsin. Ayakta bile zor duruyorsun." elinden bir şey gelmeyeceğini anlayarak ve bıkkınlıkla gülümsedi. "Çok iyi bir aşçıyımdır, bence bir bakıma şanslısın." deyip buklelerine uzandım ve tamamen geri çektikten sonra ayaklandım. Ben mutfağa giderken kısık söylenişini az çok duyabiliyordum. "Yapman gereken şeyi yapmandan gerçekten nefret ediyorum." gibi bir şey diyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Want to Ignored // Irwin
Fanfiction"Zamansızlığı bilir misin? Geldin ve beni bir savaşın içine attın. Aşk benden güçlü çıktı, işte bu kadar basit." /text/ 33 içinde #HayranKurgu Virgülüne kadar, @obsidiyensever