Birinci Kısım | İkinci Bölüm

108K 7.9K 5.1K
                                    

1963

        Geçmişin gölgesinde yaşayanlar, geleceğe dair umutlarını yitiren insanlardır. Sonrası için atacağı adımlarda geçmişlerinden ders alabilenler ise geleceği planlayanlardır. Gelecek, onu planlayanların kaderlerine en güzel şekliyle yazılır. Aynur Yılmaz, evden kaçtığında henüz on üç yaşındaydı. Kışların çok çetin geçtiği, yazların ise katlanılamaz sıcaklıkta olduğu Diyarbakır'ın köylerinden birinde, sade bir hayat yaşıyordu. Çocuk aklıyla geceleri yattığı kerpiç evin duvarlarına bakarak kurduğu hayallerin hiçbirinin gerçekleşmeyeceğini o zamanlar bilmiyordu. İlkokul öğretmeni onun içindeki cevherin farkına varmıştı ama hayatını cehenneme çevirecek günlerin yaklaştığından herkes bihaberdi.

        Şeytan, karlı bir aralık gecesi geldi evlerine. Yanında kimse yoktu. Şeytanın bıyıkları soğuktan buz kesmişti. Biçimsiz kaşlarının altındaki gözleri, yorgun ve kötülük dolu bakıyordu. Böyle bir adamın evimizde ne işi var, diye düşünürken salondaki annesi, babası ve erkek kardeşlerinin yanına geçip çok sevdiği babasının dizinin dibine oturdu. Konuşulan konular genelde gelen şeytanın mal varlıkları üzerineydi. Şeytan, tüm bunları gururla anlatıyordu. Katran karası gözleri ara ara Aynur'a kayıyor, çirkin bakışlarıyla onu baştan aşağı süzüp gülümsüyordu. Aynur on üç yaşındaydı. Hayatının bir daha asla eskisi gibi masum olmayacağını anladığında, henüz ergenliğe girmişti. "Aynur, hepimize sade birer Türk kahvesi yap bakayım." diyen babasının ses tonundaki servet açlığını fark edememişti. Denileni yapmış, kahveleri aile bireylerine ve şeytana servis ettikten sonra aynı yere, babasının dizinin dibine oturmuştu. Tam bu sırada şeytanın ağzından dökülen, "Maşallah!"  sözcüğünü duyduktan sonra titremişti. Henüz kötülüğü tanıyacak yaşta değildi. Henüz hiçbir şeye hazırlıklı değildi. Okuyacak kitapları, çalışacak dersleri, her gün akşamüzeri otlatacağı hayvanları vardı. Hayalleri vardı. Şeytanın yeri yoktu onun hayatında, olamazdı. Babası, karşısında oturan adamın elini sıkarken Aynur, tamamen sessizliğe bürünen annesinin gözlerinden sessizce akan gözyaşlarını gördüğünde, annesine koşup sarılmak istedi. Ama yapamadı. Ona, her zaman saygılı olması, büyüklerinin yanında konuşmaması ve fikir belirtmemesi gibi şeyler öğretilmişti. Oysa düşündüklerini söyleyebilse, koşup annesine sarıldıktan sonra küçücük parmaklarıyla gözlerinden akan yaşları silebilse her şey daha güzel olurdu dünyada.

"Aynur, geç bakayım, kocanın yanına otur."

Kocanın... Aynur bu kelimeyi ilk duyduğu anda neye uğradığını şaşırdı. Önce babasına, sonra oturduğu koltukta yana doğru kayıp ona oturması için yer açan şeytana baktı. Ses çıkarmadan söyleneni yapıp oturdu. O daha çocuk olmayı bile beceremezken, nasıl birinin karısı olacaktı?

O gece yarısı fırtına şiddetini arttırıp, kerpiç evin duvarlarını döverken dışarıda yağan kar neredeyse yetişkin bir insanın dizlerine ulaşacak kadar birikmişti. Annesi onu uyandırdığında saat sabaha karşı 05.50'yi gösteriyordu. Ahşap kapıyı dikkatlice açan kadın, kızının baş ucuna gidip dizlerinin üzerine çöktü. Sonra birkaç dakika boyunca evladının başını okşadı ağlayarak. Annesinin hıçkırıklarına uyanan Aynur, uykulu gözlerle ona baktı. Sebebini biliyordu. "Üzülme anne..." diye fısıldadı gözlerinden birkaç damla yaş akarken. Dakikalarca birbirlerine sarıldılar. Kadın, kızının kokusunu içine çekti sanki bir daha onu görmeyecekmiş gibi. Dakikalarca, karlı bir aralık gecesinde kapılarına dayanan musibet şeytanın hayatlarını kökten değiştirmesinin yasını tuttular.

"Git Aynur, kurtar kendini."

Annesi şalvarının cebinden çıkardığı birkaç altın bileziği ve biraz nakit parayı kızının eline tutuşturdu. Aynur, fırtınalı bir gecede içinde korku, nefret ve hüzün dolu duygularla sabah saat 06.05'te evinden ayrıldı. Neredeyse boyuna gelen karı aşmaya çalışarak evden ayrıldığında yalnızca on üç yaşındaydı. Öğleye doğru Diyarbakır Şehirlerarası Otogarı'ndaydı. Çok sevdiği babası artık bir canavardı onun için. En sevdiğiyken, en büyük korkusuna dönüşüvermişti birden. Oysa Aynur onu örnek alır, bütün zorluklara karşı nasıl göğüs gerdiğini izler ve onunla gurur duyardı. Babası bir kırılma noktası yaşamış olsa bile, fakirlik onun belini bükmüş olsa bile böyle bir şeyi nasıl yapabilirdi? Dünyalar tatlısı kızını, nasıl bir şeytana mal karşılığında verebilirdi? Hiç mi sevmemişti kızını? Başını okşamaları, canım kızım diye sevmeleri yalandan mıydı? Elinde annesinin hazırladığı fermuarı bozuk sırt çantasındaki eşyalarıyla, gelen ilk otobüse bindi. Nereye gittiğinin önemi yoktu. Otobüsün muavini dâhil kimse kızın neden tek başına olduğunu merak etmedi. O zamanlar ne kadar çok soru, o kadar çok bela demekti. Evden ayrılışının ilk saatlerinde kendine her ne kadar güçlü olacağını tembihlese de karla kaplı Diyarbakır il çıkışını gösteren mavi beyaz tabelanın, hızla giden otobüsün camından kayıp gittiğini gördüğünde gözyaşlarına hâkim olamadı. Onu en çok anne özlemi yoracaktı.

Herkes Uykuya Daldığında | Yaşam Ağacı (KİTAP)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin