Birinci Kısım | Yedinci Bölüm

25.8K 2.1K 2.9K
                                    

1969

Kendi dünyalarında kendileriyle savaş hâlinde olan insanlar, daima alt edebilecekleri ve yaptıkları eylemler ile söyledikleri sözler sonrasında kendilerini mutlaka üstün hissetmelerini sağlayacak birini ya da birilerini ararlar. Üstün hissetmenin onları ulaştırdığı tatmin olma duygusu öylesine keyif verir ki bu durumun sürekli olmasını arzulamaya başlarlar. Bu noktadan itibaren yükseldikleri yerden düşmeye başlamadan önce psikolojik olarak en yüksek noktaya çıkarlar. Bir insanı manipüle etmenin en kolay yolu, onun eksik olduğu durumlardan, yoksun hissettiği anlardan faydalanmakta saklıdır. Manipülasyonu gerçekleştirecek kişi aklını ne kadar iyi kullanabiliyorsa, manipüle edilecek kişi de o kadar hızlı teslim eder kendini. Teslim oluş gerçekleştiğinde kendi doğrularına inandırmak, onu gerçek dışı bir şeye inandırmak kadar kolaydır artık. Teslim olan taraf, avuçta tutulan bir oyun hamuru gibidir ve istenen şekle sokulabilir.

Küçük Aynur, kendisini adamın anlattığı gerçekliğe inandırmaya çalışarak yürüyordu. Çaresizlik öylesine sert bir şekilde hissettiriyordu ki varlığını Aynur'a, annesi ile bir kez bile konuşabilme ihtimalinin olması demek, yapamayacağı, göze alamayacağı bir şey olmadığı anlamına geliyordu. Ailesinin o gittikten sonra neler yaşadığını bilmiyordu. Annesinin nelere maruz kaldığını, gidişinin erkek kardeşlerinde ne gibi değişikliklere sebep olduğunu, babasının ne hâle geldiğini... Annesinin mektuplarında her şeyin yolunda olduğuna dair yazdıklarının tamamen uydurmaca olduğunu anlamıştı. Annesi... Onu her düşündüğünde acımaya başlıyordu yüreği. Sanki görünmez bir iğne göğüs kafesini delip geçerek kalbinin tam ortasına saplanıyormuş gibi hissediyordu. Artık tamamen yalnız oluşuna dair kadere karşı beslediği öfke ile yalnızlık hissi, sonrasında çok pişman olacağı şeyler yapmasına sebep olmak üzereydi ve o, bunu henüz bilmiyordu. Önünde yürüyen adamı, tıpkı gölgesi gibi birkaç adım gerisinden takip ediyordu nereye gittiklerini bilmeden. Ona inanmaması gerektiğini biliyordu ama söylediklerindeki gerçek dışılık aslında ona mantıklı geliyordu. Yurda yerleşmesinin daha üçüncü ayında, annesine duyduğu özlem yüzünden o kadar kötü hissediyordu ki, o geceyi takip eden birkaç gece boyunca o uyurken annesinin baş ucuna gelip onun saçlarını okşadığını görmüştü düşlerinde. Yazdığı mektuplardan birinde bu durumdan annesine bahsettiğinde aldığı, "Her zaman senin yanında olacağım, nerede olursan ol." yanıtından sonra zaten inanmaya başlamıştı bu duruma. O düşlerin hiçbirinde annesiyle konuşmamıştı. Yalnızca ona hissettirdiği mutluluğu ve saçlarının arasında dolaşan elinin verdiği huzuru anımsıyordu. Birkaç adım gerisinde yürüdüğü adam, 1960 model Ford Consul marka bir aracın önünde durduğunda, Aynur artık kararını vermek zorundaydı. Ya yuvaya dönüp kayıplarının yasını tutacaktı ya da hiç tanımadığı bir adamın peşinden gidip sorularına yanıt arayacaktı. Kendini bir yere kapatıp zaten aralarında yapayalnız hissettiği onca çocuğun kayıplarıyla alay etme ihtimali, ona bir daha yurda dönmek istemediği kararını aldırdı. Onunla kimse empati kuramazdı. Neler hissettiği anlayamazlardı. Kalbinde artık doldurulamayacak bir boşluk olduğunu ve o boşluktaki karanlıkta yanmaya başlayan bir ateşin ona nasıl hissettirdiğini göremezlerdi. Aynur'un yaşadığı çelişkiyi gören adam aracının kapısını açıp direksiyon koltuğuna oturdu, sonra kapıyı kapatıp camını açtı.

"Annenin de seninle konuşmak istediğine eminim."

Aynur, annesinin sesi sandığı rüzgârı düşündü. Kararını verdikten sonra arabaya bindi. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın küçücük bir ihtimal dahi olsa inanmak istiyordu adama. Çünkü çaresizlik, küçük kızın zihnini savunmasız bırakmıştı. Adam başka bir şey söylemeden aracı çalıştırdı. Aynur, adamın giyiminde herhangi bir sorun görmemişti. Onun eğitimli biri olduğunu düşünmüş, aracını gördükten sonra ona güvenebileceğine karar vermişti. Adının Mustafa Çağan olduğunu öğrendiği adam, aracı Beykoz'a doğru sürmeye başladı. Aynur elinde tuttuğu mektubu sıkarak başını aracın camına dayayıp dışarıyı izlemeye koyuldu. Kararan havada sokak lambalarının sarı ışıklarının altından geçerken, içerisi karanlık olan araç birkaç saniyeliğine aydınlanıyordu. Cadde ve sokaklardaki insanlar oldukça azalmışlardı. Ama İstanbul'da hayat sürekli devam ediyordu. İstanbul hiç uyumuyordu.

Herkes Uykuya Daldığında | Yaşam Ağacı (KİTAP)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin