Çarpışma
İnsan kalabalığının ürettiği gürültü ile kirlenen alışveriş merkezinde, vitrinde duran kırmızı elbiseye gözü takılı kaldı genç kadının. Hani öyle bir kırmızıydı ki bu, sanki cehennemin şevkle yanan ateşinin rengiydi.
Parlak, kırmızı...
Kadın, gözleri elbisenin üzerinde, düşündü önce, sonra dudaklarını büzdü. Kırmızıyı ne kadar çok sevse de, beyaz teninde bir o kadar itici durduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğradı. Öyle bir ten rengi vardı ki, ne beyazdı ne de değildi.
Yakışmıyordu işte, ona kırmızı hiç yakışmıyordu.
Yine de almalıyım diye geçirdi içinden.
"O elbise benim olmalı."
Sonra birden vitrin camından yansıyan silüeti ile karşı karşıya kalınca, bakışları daha da derinleşti kadının. Yirmili yaşlarındaydı, ancak son bir kaç yıldır yaşadıkları yüzünden ömründen bir anda otuz sene gitmişti sanki.
Yansımada karşılaştığı yüz kendisine yabancıydı. Hırsla başını sağa sola salladı kadın.
"Bu ben değilim!" diye geçirdi içinden.
"Adım ismim değil, yansımadaki sıfatım cismim değil!"
Bakışları camdaki yansımaya yaklaşırken, ayakları minik adımlarla geri geri uzaklaşıyordu. O an o camı parçalarına ayırabilmek için her şeyini vermeye hazırdı.
Camı kırıp parçalarına ayırırsa, hayatının parçalara bölünen kısmı yeniden birleşecekmiş gibi hissediyordu talihsiz serüvenlerin bağımlısı olan kadın.
Oysa sırtını çarptığı sıcak bedenle hayatı yine, yeniden parçalarına ayrılmıştı...
***
Az önce neler olmuştu öyle...
Kendimi taksinin arka koltuğuna attığımda yapabildiğim tek şey nefes almaya çalışmaktı.
Oysa bu şehre geldiğimde, içimde ne umutlar ne hayaller vardı.
Şimdi ise elimde kalan paramparça olmuş kalbimdi.
"Sür!" diyebilmiştim taksiciye sadece, nereye gideceğimi bilmez bir şekilde.
Az önce evlenme hayali kurduğum, canımdan çok sevdiğim ve uğruna ölürüm dediğim adamın zaten evli ve de yedi yaşında bir oğlu olduğunu öğrenmiştim.
İki yıl, tam iki yıldır metresiymişim aslında onun.
İki yıldır bana söylediği aşk dolu sözlere, sadece bana ait olduğuna inanmıştım, ne kadar da salakmışım...
Üstelik onun için en sevdiğim şeyi, şarkı söylemeyi bırakmıştım. Cılız bir yapım olmasına rağmen, sahnede şarkı söylerken bir deve dönüşen ben, onun iki lafıyla tüm hayallerimden vazgeçmiş, sahneyi ve şarkıcılığı bırakmıştım.
Tamam, paraya ihtiyacım yoktu. Anne ve babam geçirdikleri trafik kazasında vefat ettiğinde hatırı sayılır bir servet bırakmışlardı bana. Paraya ihtiyacım olduğu için değil de, sadece şarkı söylerken her şeyi unuttuğum için sahneye çıkıyordum her gece. Onun bana, "Sen bana aitsin, ya ben, ya sahne!" demesiyle, en sevdiğim şeyden, şarkı söylemekten vazgeçmiştim.
Ne için? Onun metresi olmak için...
Taksi Konyaaltı Caddesi'nde ilerlerken, gökyüzünde parlayan ayın, denizin üzerinde oluşturduğu yakamozları görmüştüm. Biraz deniz havası almalı, yosun kokusunu ciğerlerimin derinliklerine çekmeliydim.
Hemen yolun sağındaki açık büfeyi gördüğümde, "Dur!" diye seslenmiştim taksiciye.
Cüzdanımdan çıkardığım parayı ona uzatıp, bana bir şişe viski almasını söylemiştim.
Sert bir şeyler lazımdı. Az önce hayatın bana attığı tokadın acısını bastıracak sert bir şeyler.
Taksici dediğimi yapmış, elinde bir şişe viski ile geri dönmüştü. Şişeyi alır almaz kapağını açmış ve nefes almadan dikmiştim kafama. İçtiğim yudumla vücuduma yayılan sıcaklık, beynimde çakan şimşekler; bu gece biter miydi?
"Beni varyanta götür!" demiştim şoföre, hayatımın her gününe lanet okurken.
Yaklaşık iki dakika sonra, gökyüzüyle yeryüzünü birleştiren o olağanüstü manzaraya merhaba demiştim. Denizden gelen buram buram yosun kokusu beni çağırıyordu.
Taksiden hızla kendimi dışarı attığımda, ayağımdaki bilmem kaç santim topukluları, küfrederek çıkartıp, falezlerin üzerinde yalın ayak yürümeye başlamıştım. Taşların her bir çıkıntısı ayaklarımın altını kesip kan revan içinde bırakırken, yürümeye devam ediyor ve viski şişesini kafama dikiyordum. Sarhoş olup unutmak, hatta ölmek istiyordum.
Bir sürtük, bir metres; bilmeden de olsa onun karısı için öyle olmuştum. Yuva yıkan bir sürtük olmuştum ben...
Üstelik çocuğu vardı. Ben bir gün onunla yapacağımız çocukları düşünürken, onun zaten bir çocuğu vardı. İki senedir beraber yemeğe çıktığımız, bara gittiğimiz, hatta içip sarhoş olduğumuz bütün arkadaşları onun evli olduğunu biliyorlardı.
Kim bilir arkamdan neler konuşuyorlardı?
Salak, saf ya da enayi diyorlardı benim için. Her gece bana âşık dediğim adamın yatağına giriyordum. Hâlbuki onunla, uyuyamamıştım o iki sene boyunca. Çünkü gece saat kaç olursa olsun, bana annesini ve kız kardeşini bahane ediyor ve eve gitmesi gerektiğini söylüyordu. Ben onun bu isteğine saygı gösteriyor, yaşadığımız her şeyden sonra yalnızlığımla baş başa kalıyordum.
Salak, geri zekâlı, sürtük ben...
Kendime küfretmeye devam ederken viskiden bir yudum daha almıştım. Ben Ankara'da holdingi yönetim kuruluna bırakmış, elime bir bavul alıp Antalya'ya gelmiştim. Neden? Çünkü Ankara'da şarkı söyleyemezdim. Sırf hayalim olan şeyi yapmak için Antalya'ya gelmiş, adımı değiştirip, eğlenmek için bile gitmeyeceğim üçüncü sınıf bir barda şarkı söylemeye başlamıştım.
Annem ve babam beni zaten yirmi yaşımda yalnız bırakmışlardı. Onlar yoktu ki, sıçayım ben böyle paraya demiştim.
Barda tüm yaşadıklarımı unutmak için her gece şarkı söylerken görmüştüm onu. İlk seferinde sahneye yüzlerce gül göndermiş, ben de bu nazik hareketi için teşekkür etmiştim.
Sonra her gece bara gelmeye başlamış, sahne, kulis ve yürüdüğüm yolları kırmızı güllerle donatmıştı. Bir ayın sonunda onun bu jestlerine kayıtsız kalamamış ve ona evet demiştim.
Ne için?
Onun sürtüğü olmak için!
Şişenin sonuna doğru gelmiştim artık... Ankara'ya dönüp holdingin başına geçmek istemiyordum. Antalya'da da yaşayamazdım. Her gün onunla ya da karısıyla karşılaşabilme ihtimaliyle başa çıkamazdım. Falezlerin en ucuna geldiğimde denizden esen meltem yüzümü okşuyordu. Gözlerimi aralayıp denize doğru baktığımda gördüğüm derin karanlık, aslında beni yansıtıyordu.
Yaşamak istemiyordum...
Son bir kaç yudumum kalmıştı mutlak sona kavuşmak için. Az sonra anne ve babama olan hasretim sona erecekti. Son kez şişeyi kafama diktikten sonra falezlerden aşağı doğru sallamıştım. Şişenin suyla buluşma sesi gelmediğine göre kurtulamayacağım kadar yüksekti.
Kendimden emin bir şekilde kollarımı açtım ve haykırdım.
"ELVEDA KAHPE DÜNYA!"
Tam kendimi bıraktığım anda, bir çift el bedenimi kendine çekti...
Duyduğum son sözler; "Ölmek için fazla güzelsin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )
General FictionNe beyazın içinde var olan siyahın Ne de siyahın içinde kaybolan beyazın hikayesi Kıyametin içinde ki aşkın varolma çabasının hikayesi Aşkın en hali... Aşkın Kıyamet Hali Az önce neler olmuştu öyle.... Kendimi taksinin arka koltuğuna attığımda yapab...