2 ANAYOL
Bir rüzgâr karamele dönük saçlarımla sıradan bir günün öğlene yakın kalıntı saatlerinde eğlenirken ben hala yaşıyordum. Bir nefes ilişiyordu soluk borum boyunca ciğerlerime, verimsiz. Beni yaşatıyordu lakin yaşadığımı hissettirmiyordu. Çürük bir bedenden ibda edildim belki de. Belki de etlerimden önce kalbim çürümüştü. Hissetmiyordum.
Afak bir liman mahallesi olduğundan denizin tuzlu kokusu bu mahallenin bir parfümüydü adeta. Ekmek arası balık yiyorduk Semih'le birlikte bir çay bahçesinin önündeki kaldırıma oturmuş vaziyette. Kalçamın temas ettiği kaldırımın sıcak taşları pişiriyordu beni fakat ayakta yemek yemek uygun gördüğüm bir davranış şekli değildi. Yemeğe olan bir saygım vardı. Başımı semaya kaldırarak gökyüzünü izledim bir müddet. Bu sıcaklık feci bir zulümdü bu saatlerde. Parmaklarımda kuruyan domates suyunun ekşimsi kokusundan rahatsız olmaya başlamıştım.
Afak'ın arkamızda kalan ünlü çay bahçesinde bir adamdan birden hırıltılı bir ses yükseldiğinde başımı çevirdim oraya. Ellilerinin sonlarında biçare bir adam bahçedeki kalabalığın en can alıcı bir köşesinde öylece duruyordu. "Çektim çakıyı, salladım pezevengin göğsüne. Çakımın keskinliği kabzasına kadar deşti göğsünü. Kanı bile utanıyordu sanki şerefsizden, çekildi yüzünden. İçinde ne kadarı varsa zaten, vatanından kaçmak için açılacak bir kapının ardına yığılan terör mağduru millet gibi birikmişti sanki göğsüne." Her cümlesini elleri ve yüzünden sonra bedeninin arta kalan uzuvları şekilden şekle girerek canlandırıyordu. "Benim yakışıklı cemalimse göğsüne açtığım kapısından firar eden kanıyla boyandı hızla. Çöktü, sefil bedenini taşıyan dizleri taş yola. Eğildi önümde... Ben de eğildim. Çıkardım yadigar silahımı göğsünden, serdim yere namussuzu. Kıvrandı durdu canını teslim ederken. Yalvardı durdu. Yalvardı canını tez elden almam için. Parmağımı oynatmadım ben. Saatlerce can çekişti. Ağladı. Ağladı. Sesi çıkmadan... Af diledi benden. Sesi çıkmadan... Benden, benden... Onu öldüren benim, ben. Nefesini kestim gökyüzünden, kestim ayaklarını yeryüzünden. Öldürdüm onu."
Kalabalıktan peltek bir ses geldi. "Kimi öldürdün?"
Adam kaşlarını çattı. Kambur bedeni biraz daha büküldü. Başını birden hareket ettirdi. "Çok şerefsizdi. Bırakmıyordu peşimi. Nereye gitsem yanımda... Boğuyordu beni. Uyuduğumda yanıma ilişiyordu. Sonra rüyalarıma giriyordu. Mahvetti hayatımı. Ben de öldürdüm onu tereddüt etmeden."
Başka biri ayağa kalktı. Duydukları ile tesadüfen içinde bulunduğu farazi bir tiyatro oyununun şüphesi ile cebelleşiyordu. "Kimi öldürdü bu adam? Bilen yok mu yahu?"
Çay bahçesinde uzun yıllar garsonluk yapan orta yaşlı bir adam tepsisindeki çayları müşterisinin masasına özenle bırakırken konuşuyordu. "Yirmi yıldır anlatır durur. Kimse kimi öldürdüğünü bilmez. Birkaç kere memurların yanında konuştu böyle yersiz yersiz. Aldılar içeriye bunu. Konuşturamadılar. Ruh hastanesine sevk ettiler. Kaçar gelir oradan hep. Biz bu acizi ihbar edip teslim etmekten bıktık. O kaçmaktan, anlatmaktan bıkmadı bu hikayeyi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOVA
Fiction généraleGezgin Kuzel, yurt edindiği bir kenar mahalle entrikasının merkezinde, bizzat kendisi, kendi için tasarladığı kalıpların içerisinde yaşayan genç bir kızdır. Tecrübeli bir rotaya, hayatı boyunca onu yalnız bırakmayan dostlara, dikenli bir maziye ve k...