Sabah annemin sesiyle değil de, saatin sesiyle kalktım. Saat daha sabahın altısı... 'Bugün büyük gün' deyip kendimi yataktan attım. Duş aldım ve saçlarımı düzleştirdim. Dar paça bir kot, sıfır kol bluz ve kırmızı bir ceket... Kahvaltı hazırlamaya vaktim olmadığı için dışarıda yerim dedim ve çıktım. Küçük arabama binip okulumun yolunu tutum. Hana Yun'u gördüm. O beni fark etmedi. Okulun bahçesinde buluştuk.
-Meraba Chung , dedi. Kendimi tutamayıp nerdeyse iki aydır görmediğim arkadaşıma sarıldım. Neden yakın arkadaşlar iki ay birbirini görmez ona da şaşırıyorum. Nedeni de şu ki Hana Japonya'daki bir arkadaşını ziyaret etmeye gitti. Ben biraz kırıldıysam da gönlümü almayı başardı. Zaten bu dünyadaki en ucuz gönül benim ki hint fakiri olsan da alırsın.
-İyiyim, annesi ve babası ayrılmış olan birine göre, dedim.
-Annen ve babanın ayrılmasına çok üzüldüm, dedi. Sanırım kendi ailesi geldi aklına.
-Ben de, dedim. Ne kadar kolay söylüyorum, gerçekten üzüldüm mü peki. Sanırım üzülmem gerektiği için üzüldüm. Mutlu değillerse yapacak bir şey yok.
-Hey neden bu kadar resmiyiz? dedi.
-Bilmiyorum, dedim. Biliyorum aslında; ben insanları sevmiyorum ve sevmediğimden olsa gerek konuşamıyorum da.
-Annen nerde kalıyor peki? dedi.
-Ah burada böyle dikilmeyelim kafeteryaya gidelim, dedim. Biraz aradıktan sonra kafeteryayı bulduk. Artık burada buluşacaktık. Çünkü hiç bir dersimiz aynı değildi. Hana iki tane kahve aldı ve yanıma geldi.
-E anlat bakalım, kahvemden bir yudum aldım.
-Annem Busan'a taşındı babamsa New York'a döndü, dedim.
-Peki, o koca evde tek başına mı kalacaksın?
-Evet, yani şimdilik evi bir aileye kiralayacağım bir maaşla o evde hele benim gibi biri yaşayamaz artık başımın çaresine bakmalıyım, dedim ciddi mi yoksa muzipçe mi olduğunu anlamadığım yanıtımla.
-Nasıl yani! Hana'nın bu denli şaşırmasına ben daha çok şaşırdım ve
-Bir işe girmeyi düşünüyorum, dedim.
-Konuşmamıza devam etmek güzel olurdu ama derse geç kalıyorum, diyerek beni dersine tercih etti ve gitti. Arkasından:
-Tamam dersten sonra burada buluşuruz, dedim sanırım beni pek takan bir havası yoktu, arkasına bakmadan elini kaldırdı. Sanırım bana el sallamış oldu.
Saate baktım o da ne derse dört dakika kalmış ve sınıf altıncı katta. Var gücümle koşmaya başladım. Asansörün kapanmasına on saniye var. İçinde biri var.
-Hey asansörü durdur, diye bağırdım. İçinde ki çocuk bana gülümsedi. Kesinlikle çok yakışıklıydı. Ama hayır, asansörü bilerek kapattı. Ay şimdi ben ne yapacağım
-Merdivenler koş koş koş... Nefes nefese kaldım. Ama yetişemedim, ben merdivenleri bitirince hoca yeni girmişti. İlk dersi kaçıramazdım. Utanç içinde kapıyı tıklattım. Sert bir ses:
-GEL, dedi beyaz kıvırcık saçlı şişman bir adam. Bana dönüp:
-O küçük hanım hoş geldiniz. Gözlerimi yere sabitledim.
-Nerdeydin sen burası lise değil bu laflar hepinize dersime geç kalamazsınız. Derse geç kalan dersten de kalır. Arkamı döndüm tam çıkacakken:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Casus Sevgilim
Teen FictionAşk; her şeye rağmen tüm dünyayı karşına almak mıdır? Kendinden nefret etmek midir? Korkmak mıdır? Ya da özlemek mi? Aşk beklemektir; tüm dünya düşmanın olana kadar, en küçük tebessümünü kendinden esirgediğin güne kadar, gözüne gelen ele aldırmayan...