-1-

2.2K 544 226
                                    


İYİ OKUMALAR...

Kadebostany -castle in the snow

Bu katran karası satırlarımı ağırlayan zift bağlamış kelimeler, el değmemiş ve hiçe uğratılmamış her parçamın eski birer kanıtıydı.

Sanki ömrüm boyunca sahip olabileğim tüm varlıklar; daracık onyedi seneme sığdırılmış, şimdi ise arafta kalmanın sefaletini, hüznün çiziklerle doldurduğu ellerimle sarmalıyormuşum gibi şuana zimmetlenmişti.

Yaklaşık yirmi dakikadır bu rahatsız, tahta sallanan sandalyeye oturmuş evin eskitilmiş fayanslarının neden bu kadar beyaz olduğunu, bu küçük evin terasının neden bu kadar büyük olduğunu düşünmeye çalışıyordum. Daha doğrusu buraya gelişimizin nedenini düşünmemeyi, yıpranmış zihnimi başka konulara odaklamayı deniyordum ama bir türlü yapamıyordum bunu, beynimin ince kıvrımlarının arasında varlığını koruyan karanlık satır çizgileri beni düşünmemem gereken mayın tarlasına yönlendiriyordu.

Sanki dünyada başka hiçbir sorun yokmuş gibi sürekli kaybettiğim ruhumun katledildiği sahneler bir şerit gibi gözümün önünde canlanıyordu. O siyah sahneler bana işkence etmek için tekrar oynatılıyordu koyu kırmızının en dehşet tonuna boyanmış zihnimin derinliklerinde.

Ve benim hemen o karanlık sahneleri ücra köşelere sıkıştırdıktan sonra her zaman olduğu gibi güçlü davranıp, içeride ağlayan anneme yardım etmem gerekiyordu ama hiç olmadığım kadar yorgun hissediyordum şu an kendimi.

Bitmişlik, tükenmişlik değildi kastetiğim şey, bunlarla anılmayacak kadar kök salmış keskin bir histi bu.

Sanki derin bir nefes alsam ciğerlerim patlayacakmış gibi. Hani içinizde büyük bir boşluk hissedersiniz ya böyle göğsünüzün sol tarafına doğru bir yerlerde, fiziksel bir acı değil bu yeryüzünde varlığımı sorgulamamı sağlayan bir his sadece.

Bu öyle soyut bir acı ki tarifi yok. Sanki biri ruhumu iki avucunun içine almış sıkıyor parçalamak ve geriye hiçbir şey bırakmak istemiyormuş gibi, onyedi senedir işlediğim bütün günahlar o sol köşede birikmiş ve şimdi onların bedeli olarak kalbimin o noktasına bir mızrak misali saplanıyormuş gibi.

Her zaman her zorluğun üstesinden gelebileceğimi sanıyordum ama şu an en nefret ettiğim his olan o lanet çaresizlik ve kimsesizlik duygusunun güçlü köklerini damarlarımda akan kana karışmış gibi ayrı ayrı her hücremde hissediyordum ve kafamı dağıtmayıp olanları düşünmeye devam edersem kendimi bir kaç hafta sonra bir akıl hastanesinin koridorunda, mavi bir önlükle ve hayali arkadaşımla dolaşırken görüyordum.

Bu arada ben Laden.

Dışarıda babası büyük bir holdingin sahibi, kafasına eseni yapan, saygılı herkesin parmakla gösterdiği o kız olarak tanınıyorum.

Ama kendi dünyamdaki karşılığım farklı tabiki, kim göründüğü kişiyle aynı ki zaten?

Ben hayatındaki ilk ve tek kahramanı olan babasını o sürtük sekreteriyle ilişkisi olduğunu öğrenmiş, bağımlı olduğu babasının yaptığı bu araftayken cehennemin karanlığını hatırlatan hatayı annesine söylememiş, söyleyememiş, babasını her geçen gün binlerce kez farklı sahnelerde ama aynı senaryoda öldürmüş biriyim.

Satır çizgilerini boynuna dolayıp kendi infazını beklemiş, hayalleriyle dolu sahte dünyasında yaşayan bir kızım ben. Güçlüyüm yani güçlüydüm en azından, ya da öyle sanıyordum.

Sanırım İzmir'de bıraktığım en büyük eksiklik buydu. Oradayken kendimi güçlü olduğuma o kadar çok inandırmıştım ki sonunda öyle olmuştum,çünkü insan beyni aptaldır neye inanmak isterseniz ona inanırsınız. Ama öyle değildi artık, eski hayatım gibi bu düşünce de kayıp gitmişti ellerimden. Ben bile inandıramıyordum beynimi artık buna...

Evet aptal beynimin bile reddedemediği kasvetli hikayeme geçelim.

Her şeyden habersiz kız, sekretiyle babasının ilişkisini doğum günü olan o lanet günde öğrenir ama kimseye hiçbir şey söyleyemez ve birkaç ay sonra kızın annesi; sekreterin eve habersizce gelmesiyle her şeyi öğrenir ve sonra BOOM! Kızın annesi, kızı ve abisi Eren'i alıp kızın hayallerinin varisi İstanbul'a getirir... Benim küçük siyah hikayem buydu ama böyle olmamalıydı.

Yıpranmış kitabımının soluk sayfalarında ellerimdeki mürekkebin izi dökemediğim göz yaşlarıyla dağılmamalıydı. Sol tarafımda hiç bitmeyecekmiş gibi dağlanan bir hüzün olmamalıydı. Boğazımda soluğumu kesen o keskin düğümü ve çaresizlik duygusunun karanlık ellerinin baskısını hissetmemeliydim...

O hep idolüm olan, birinci sınıftayken 'kahramanım benim o' dediğim, düştüğümde kalkacağıma beni inandıran, bana hayal kurmayı öğretten adam olmalıydı yanımda.

İstanbul'a geldiğimde İzmir'de okumadığım için üzülmeliydi ilk başta ama belli etmemeliydi bana, sonra 'Aferin prensesime kendin olduğun, hayallerine sahip çıktığın için.' demeliydi ve asıl ben gurur duyardım babamla bana hayallerime sahip çıkmayı ve bana kanat çırpmayı öğrettiği için.

Şimdi ise 'baba' kelimesi benim için dört üstü karalı harfti sadece. O beni düşünmemişti, ben de onu düşünmeyecektim bir daha asla.

Koparılan bir sayfa değilde, yeni bir kitap alacaktım ellerime. Çünkü o kitabın sayfalarına babasına güvenen küçük kızın katledildiği kanlı parmak izleri bulaşıp dar ağacı resmedilmişti.

Aylar önce yapmam gereken şeyi yapıp unutacakım onu, sanki hiç yokmuş gibi, bana bildiğim her şeyi öğreten adam aslında o değilmiş gibi yapacaktım.

Yeni kitabın hiçbir sayfasında geçmeyecekti o dört basit harf; İlahi bir yemini aratmayacak şekilde söz verdim o an kendime, aptal beynimi kandıracaktım belki yine, satır başları henüz çarmıha gerilmemişse merhamet edip inanırlardı bana...

Kolay olmayacaktı kırılan kelimelere tekrar inanıp avuçlarıma bastırmak öyle olmasınıda beklemiyordum zaten.

Ben babamın infazını öfkeme verdiğim gün anneme söylemeyerek yakılacağımı bile bile ateşi harmanlanmıştım sonunda tutuşup zift karası külle dönüşmüştüm.

Ya küllerimle kalacaktım ya da ulu bir 'Anka' misali küllerimi savurup tekrar benliğimi esaretten kurtaracaktım...

Bu bölüm biraz kısa oldu farkındayım ama yeni bölüm en kısa zamanda gelecek, hikayeyi beğenip beğenmemeniz benim için gerçekten çok önemli o yüzden yorum yaparsanız sevinirim votelerinizle beni sevindirmenizi bekliyorum:*

ANKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin