6- Daniel?

5 2 0
                                    

Sabah sekizden beri ayaktaydım. Zaten hafta sonları hiçbir zaman dünyanın kalan kesimi gibi geç saatlere kadar uyuyamazdım. Annem erkenden dışarı çıkmıştı evde tek başınaydım. Sabah gevreğimi yedikten sonra yeşil elmalardan birini kapıp yatak odamda uzandım ve dün hakkında düşünmeye başladım. Her şey çok saçma geliyordu. Biri bana dünün hiç yaşanmadığını söylese kolaylıkla inanabilirdim.

Yabancı birinin arabasına binip yalan arabasına binip yalan söylemiş, karşılığında foyam ortaya çıkmış, rezil olmuştum. Üstelik bunun karşılığında borçlu kalmıştım. Sıkıntıyla elmamdan bir ısırık daha alıp yandaki komodinime uzandım ve telefonumu aldım. Hanna'nın arabasını almaya gitmem gerekiyordu ancak içimde sahilin o tarafına gitme isteği hiç yoktu. İçimden park ettiğim yerden arabanın çekilmediğine dair bir dua ettim ve telefonumdaki mesaj bölümünü açtım.

<Araban hala sahilde, dün fırtınada kullanmak mantıklı gelmedi.>

Mesajı gönderdikten yaklaşık bir dakika sonra cevap geldi.

<Neden şuanda arabam garajda değil ve sen de burada değilsin? Dün gece olanları anlatmalıyım.>

<Neden arabanı sen alıp bize gelmiyorsun? Dün olanları anlatmalıyım.>

İki dakika sonra telefonum çalmaya başladı, ekranda Hanna'nın ismini ve ikimizin ortak fotoğrafını görünce açtım.

''Selam, neler oluyor? Arabamı neden oradan alıp bize gelmiyorsun?'' Hanna'nın sabırsız ses tonunu algılayabiliyordum. Çatal bıçak sesleri duyunca yemek yediğini fark ettim. ''Yorgunum, dün fırtına çıktığında benim yanımda hoşlandığım çocuk yoktu. Üstelik sahile gitmek istemiyorum'' Aslında teknik olarak doğru sayılabilirdi fakat yalnız değildim. Hanna bu yemi yutacak bir kız değildi.

''Akşam yatıya ne dersin?''

Bu akşam gerçeği anlatmaya ne dersin demek istiyordu ve ben mesajı almıştım. ''Akşam görüşürüz, yemeğe yetiş. Annem özel spesiyal yapacak.''

''Anlaşıldı.''

Telefonu kapattıktan sonra biraz kestirmek üzere yatağa uzandım.

Uyandığımda saat on iki olmuştu. Kendimi çok yorgun hissediyordum biraz açılmak amacıyla kalkıp yürüyüş için giyinmek üzere gardırobuma yöneldim. Biraz yürüyüşün kafamı toparlamak için iyi geleceğini umuyordum. Kırmızı eşofman altımı, beyaz v yaka tişörtümü ve polar eşofman üstümü giydikten sonra dolabımın yanında duran boy aynasında kendime göz attım. Saçlarımı yüksekten atkuyruğu yaptım, inatçı saç tellerini de tel tokayla sıkıştırdıktan sonra tamamdım. Tuvalet masamdaki çekmeceden yandan asılan sadece bir cüzdan ve telefonun sığdığı çantamı aldım. Telefonumu ve cüzdanımı çantama koyduktan sonra aşağı salona indim.

Salon oldukça dağınıktı, döndükten sonra toparlayacağıma dair kendime söz verdim. Tam kapıdan çıkacakken telefonum çalmaya başladı, arama ekranında babamın adını görünce içimde bir mutlulukla karışık bir öfkenin filizlendiğini hissedebiliyordum.

''Nasılsın Liv?'' Babamın ses tonu çok iyi geliyordu. İçimden bir ses, yeni eşiyle arasını düzelttiğini söylüyordu. ''İyiyim baba, bir sorun mu var?''

Babamın iç çektiğini duydum ve gözlerimi devirdim. Sanki ayda bir kere aradığını ben uyduruyordum. En son iki hafta önce aramıştı ve bir ay dolmadan tekrar araması beni şaşırtmıştı. Sorumsuz bir baba olması benim suçum değildi.

''Birazdan okul çıkışı gittiğin yerde buluşmaya ne dersin?''

Nasıl yani? Babam beni bir ay içinde iki kere aramış ve buluşmak istediğini söylemişti. Sesime şaşkınlığımın yansımasına engel olamayarak ''Tamam.'' dedim.

Yürüyerek gitmem zor olmayacaktı. Evim okula yakındı, kafede okula yakın olduğundan sorun yoktu. Merakımın hızlandırdığı adımlarımla yaklaşık on beş dakika sonra kafedeydim. Her zaman oturduğumuz masanın boş olduğunu görünce hemen oraya oturdum ve babamı beklemeye başladım. Birazdan buluşalım dediğine göre beş dakika içinde burada olmalıydı.

Zaman oldukça hızlı geçiyordu, garsona siparişimi verdikten ve siparişim masaya geldikten beri on dakika geçmişti. Babam hala ortalıklarda görünmüyordu. Zencefilli çayımdan bir yudum alırken içimdeki hayal kırıklığını bastırmaya çalıştım. Kolay kolay gidecek gibi görünmüyordu.

Telefonumdan bir oyun açıp oynamaya başladım. Gözlerimi saatten ayırmakta zorlanıyordum. Birkaç bölüm atladıktan sonra saatin kafeye geldiğimden beri yarım saat ileride olduğunu fark ettim. Oyunu kapatıp sabırsızlıkla ayaklarımı yere tempo tutarcasına vurmaya başladığımda telefonum çalmaya başladı, ekrana baktım, babam arıyordu.

Arabayı nereye park edeceğini bulamadığını, yer aradığını söyleyeceğini bekliyordum. ''Liv, kusura bakma. Katy arabasıyla yolda kalmış. Yardım etmem gerekiyor, bir kadının araba konusunda ne kadar becerikli olabileceğini tahmin edersin, telafi edeceğiz.'' Dedi.

Hayal kırıklığına uğrayıp uğramama arasında kalmıştım. Babam bunu bana ilk kez yapmıyordu. Telafi edeceği zaman ne olacağını düşünmek istemiyordum. ''Tamam baba, sorun Değil. Görüşürüz.'' Dedim ve telefonu suratına kapattım.

Günüm iyi başlamamıştı, keşke hiç aramasaydı. Yürüyüşüme çıkabilir, stres atabilirdim. Onun yerine daha da streslenmiştim. Kafenin masasına başımı yasladım ve ne yapacağımı düşünmeye başladım. Hanna ile akşam görüşecektik. Diğer arkadaşlarımdan herhangi birisini ise şuanda hiç çekemezdim. Umutsuzluk ve sinir karışımı bir ifadeyle derin nefes alırken telefonum çalmaya başladı. Ekrandaki ismi gördüğümde şaşkınlıkla bakakaldım.

Daniel yazıyordu.

5-4Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin