8

9 2 0
                                    


Bakışları ileriye doğruydu ''Seni yüzerken gördüm.'' Dedi.

Bir süre sonra bir metre gerimizde duran meşe ağacına yaslanarak oturduk ve konuşmaya başladık. Beni böyle bir yere getirdiğini için ona büyük bir teşekkür borçluydum. Ters konuşmayınca ikimizde aynı havayı soluyabiliyorduk.

''O kulübede mi yaşıyorsun?'' diye sordum. Bu soru en başından beri hafızamı meşgul ediyordu. Yıllarca gittiğim kulübe aniden biri tarafından ev haline getirilmişti.

''O kulübede yaşamıyorum.'' Gülümsemesi çarpıktı.

Kafam karışmıştı. ''O gün neden oradaydın?'' Ellerinin arasına kopardığı çimeni alarak düşünmeye başladı. ''Kulübe bana ait.'' Dedi.

''Ne zamandan beri?'' Sınırlarımı zorlamadığımı umuyordum ancak yaklaşık bir saattir birbirimizi terslemediğimizden umudum vardı.

Telefonu çalmaya başladı. Cebinden çıkararak ekrana baktı ve kaşlarını çattı. Yüzünün sertleştiğini fark ettiğimde telefonu kitledi.''Bugün neden Connie'nin yerindeydin?'' diye sordu.

Anlaşılan soru sorma hakkım dolmuştu, o benim iki sorumu cevaplamıştı ve sıra bendeydi. Derin bir nefes aldım. Aklıma getirmek istemeyeceğim bir şeydi. ''Babamla buluşacaktık.'' Bakışlarımı kucağıma indirip çimen kopardım ve onunla oynamaya başladım. ''Gelmedi ve daha sonrada sen aradın.''

''Akşamları gittiğin bir yer var mı?''

Konuyu değiştirmesinden memnun bir şekilde ona baktım ve gülümsedim. ''Akşamları dışarı çıkmıyorum.'' Dedim. O saatlerde genellikle ödev yapıyor oluyordum. Çıktığım zamanda yazları en geç on birde kışın ise onda evde olmak zorundaydım. ''Sen?'' diye sordum. Suratında alaycı bir gülüş oluştu. Tatlı kişiliği sona ermişti, tekrar kendi sert, alaycı kimliğine büründü. Bunu anlamak için suratına bakmak yeterliydi. Dizime çektiğim ayaklarımı uzattım ve ''Doğru ya, sen eve girmeyenlerdensin.'' Dedim.

''Tahmin yapamıyorsun.' Telefonu tekrar farklı bir melodide çaldı, mesaj olduğunu tahmin ettim. Ekrana bakarak uzun olduğunu tahmin ettiğim bir mesajı okudu. ''Seni eve bıraksam olur mu?'' dedi.

Etrafıma baktım ve buradan hiç gitmek istemediğimi fark ettim. Ancak bulunduğum yerden eve tek başıma dönemezdim. ''Tamam'' dedim ve ayağa kalkıp pantolonumu silkeledikten sonra çantamı aldım.

Motorun yanına gittiğimizde yine arka tarafa oturup kaskı başıma geçirdim ve beline gerektiği kadar sarıldım. Gaza bastı ve rampadan aşağı inmeye başladı.

Bu sefer ona gerçek evimi tarif ettim. Bir kez daha yalan söyleyemezdim ve ona güvenmemem için bir sebep duymuyordum. Yaklaşık kırk beş dakika sonra evimin önünde durduk. Motordan indim ve hemen önünde durdum.

''Teşekkür ederim.''

''Buranın gerçek evin olduğundan emin misin?'' diye sordu yarım ağızla gülümseyerek. Kaskı ona vururcasına uzattım, bir yandan da gülmeme hakim olamıyordum. Kaskı aldı ve gülümsememe karşılık verdi. Bir an kaskı tutan elindeki yüzüğe takıldım. Benimkini andırıyordu. Aslında görünüş olarak bir benzerliği yoktu fakat bana benimkini hatırlatmıştı. Tüylerim diken diken oldu. Gözlerimi tekrar Daniel'inkiyle buluşturduğumda o da kaşları çatılmış bana bakıyordu.

O anın tüm sempatisi anında yok olurken aceleyle bir teşekkür daha mırıldanıp eve girdim. Kapıyı kapatıp kendimi mutfağa attım ve masanın çevresindeki yüksek taburelerden birine oturdum. Mutfak saati yemeğe iki buçuk saat kaldığını belirtiyordu. Tek yapmam gereken, o süre zarfında oyalanacak bir şeyler bulmaktı.

Telefonumun mesaj sesiyle irkildim. Annemden gelmişti.

<Eve erken geliyorum, yemeği hazırlamak için. Anahtarım yok, sen evde misin?>

Hiç yemek yiyecek havamda değildim. Evde olduğumu ve Hanna'nın bize katılacağını belirten bir geri mesaj attıktan sonra salondaki sehpaya bıraktığım kitabımı alıp kanepeye kıvrıldım.

*

5-4Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin