"Ne olduğunu anlayabiliyorum." dedi Ventus.
"Ne olmuş?"
"Kremi hatırlıyor musun? Kutunun üstünde yazanları okudum. Rex Ronda'nın ajanlarındandı. Büyük olasılıkla ajanlardan kaçtı ve onu arıyorlardı. Bizimle olduğunu biliyorlardı. Rex de hepimiz ölmeyelim diye gitmeye karar verdi. Ama biraz geç kaldı. Şu an yanmızda olmasa da bizimle olduğunu sanıyor olabilirler. Dikkatli olmalıyız."
"Bu teoriden ne kadar eminsin?"
"Çok değil. Ama aklıma gelen en mantıklı şey bu."
Kafamı salladım ve gecenin geri kalanında uyumadım. Ventus da uyumadı. Sabah daha gizli yerler bulmaya çalışarak yürümeye devam ettik. Çok dikkatliydik çünkü ikimiz de yalnız kalmak istemiyorduk. Hiç konuşmuyorduk ama söylemek istediğim çok şey vardı. Eğer öleceksek ona söylemem gereken çok şey vardı.
Neredeyse hiçbir çatışmaya karışmadık. birkaç küçük saldırıdan da birkaç sıyrıkla kurtulduk. Her an içimde bir korku vardı. Etrafıma korkuyla bakıyordum. Her an biri üstüme atlayacak diye endişeleniyordum. Korktuğum şey ölmek ve ya yalnız kalmak değildi. Ventus'un ölmesinden ve ya yalnız kalmasından korkuyordum. O ölürse, asla devam edemezdim.
Bir yerde oturduk.
"Acaba Rex nerede?" diye sordum.
"Ölmüş olduğunu tahmin ediyorum."
"Bu kadar açık sözlü olunca moralimi bozuyorsun."
Ayaklandı.
"Fazla oturmasak iyi olacak." Elini uzattı ve beni de kaldırdı.
Tekrar yürüyorduk. Ormana oldukça yaklaşmıştık.
"Şimdi ne olacak?" diye sordum.
"Bitecek."
"Nasıl yani?"
"Sen hayatına devam edeceksin. Söylediğin gibi keşfedeceksin. Bense... Bilmiyorum. Belki eve geri dönerim."
"Ev diyebileceğin bir yer olması çok güzel."
"Sen de bu yüzden gidiyosun ya. Evini bulmaya. Aileni. Hayatını kuracaksın. Ve arkaya dönüp bu zamanları hatırlayacaksın. Üzüleceksin. Ağlayacaksın. Siirleneceksin. Belki bu kadar kötü koşulları özleyeceksin bile. Ama umarım bu zamanları hatırladığında yüzünde küçük bir gülümseme oluşturabilecek bir şeyler yapmışızdır."
"Sanırım. Kesinlikle sizin gibi insanlarla tanıştığım için çok şanslıyım. Ve kaybettiğim için de çok şanssız..."
"Böyle şeyler olur."
"Biliyor musun? O gün beni bulanlar siz olduğunuz için çok şanslıyım. O günden sana güvenmiştim."
"Bak işte; daha ölmedin. Yani güvenin hala sarsılmadı."
"Ve ben de hala kaçmadım ha?"
"Sana hala güveniyorum."
"Ben de sana."
Bir süre konuşmadan yürüdük.
Ormanın girişine girmiştik işte. Bitmişti. Her şey. Onu özleyecektim. Büyük olasılıkla en çok onu.
"Madem buraya kadar..." dedim. Ama sözümü kesti.
"Bir şey söylemeliyim. Bunun için çok bekledim. Ama senin de dediğin gibi buraya kadar olduğuna göre söylemenin vakti geldi."
Uzatma diyen gözlerle ona bakıyordum.
"Söyleyeceğim şey şu ki..."
O anda kafasına bir kurşun geldi. Yere yığıldı.
Hala nefes alıyordu. Hemen yanına çöktüm. Ama artık çok geçti. Son nefesini verirken;
"Seni seviyorum." diye fısıldadı.
Gözyaşlarına boğuldum ve,
"Seni seviyorum." diye fısıldadım. Artık çok geçti. Beni duyamazdı. Gitmişti. Artık çok uzaktaydı. Ama bir o kadar da yakındı. Kendimi boşlukta hissediyordum. Her şeyimi kaybetmiştim.
Bu yüzden beni öldürmek üzere bana yaklaşan kurşundan kaçmaya çalışmadım...