-Bölüm 16-

778 62 34
                                    

-Bölüm 16-

Gözlerini aralayan Tyron, sabah olduğunu görünce aceleyle başını kaldırıp etrafa bakındı.

Bir mağaradalardı. Karanlık'ın sıcak bedenine yaslanıp uyumuştu.

Karanlık'ın teklifini kabul ettiğine pişman olmuştu Tyron. Biraz dinlenmeleri gerekliydi ancak, yorgunluktan sabaha kadar uyuyakalmışlardı.

"Hayır Tyron. Sen sabaha kadar uyuyakaldın. Bu kadar yorgun olduğunu bildiğim için zaten dinlenmek istemiştim. Benim uykuya senin kadar ihtiyacım yok. Ama senin var. Bugün karşılaşacağımız her şeye hazır olmalısın."

Tyron onun haklı olduğunu biliyordu. Bu yüzden susarak gerindi ve Karanlık'ın sırtına atladı.

Mağaradan çıkıp havalandıktan yaklaşık bir saat sonra, Karanlık bir dağa iniş yaptı. Hemen onun sırtından atlayan Tyron, hızla şehre doğru yola koyuldu.

Şehre geldiğinde şehrin haritasını ezberlediğinden ve zaten saray apaçık göründüğünden dolayı hızını kesmeden saraya doğru ilerledi.

Bu sefer gizlice girmekle uğraşmadan, kapıdaki onu durduran muhafızlarla konuştu.

"Acilen içeri girmeliyim. Hemen içeri haber verin."

Öyle otoriter bir tavırla konuşmuştu ki, onu soylu sanan muhafızlardan biri, hemen haber vermek üzere uzaklaştı.

Bir süre sonra, yanında heybetli bir savaşçı görünümünde biriyle birlikte geri geldiği göründü.

Savaşçı, onu görünce şaşırdığı belli oldu ve hemen ardından kaşları çatıldı.

"Sen de kimsin? Ne için geldin? Ne istiyorsun?"

Tyron ona dikkatlice baktı. Onun kendine benzerliğini fark etmemiş gibiydi.

"Ben sadece buradaki ihtiyar hanımefendiyle görüşmek istiyorum. Çok önemli, hemen beni onun yanına götürün."

Tyron gerçekten tavrıyla bir soylu gibi, hatta bir kral gibi davranıyordu.

"Benim kim olduğumu bilmiyor gibisin. Senin gibi bir yabancı, ondan ne isteyebilirsin ki?"

"Lütfen, acilen beni onun yanına götürün. Eğer götürürseniz size her şeyi anlatacağım."

Adam onu süzdü. Tuhaf görünüşü olsa da, tavırlarından etkilenmişti.

"Peki, o halde beni izle. Ancak eğer önemli bir şey değilse ya da başka bir şey varsa başını kaybedersin haberin olsun."

"Pekâlâ, kabul ediyorum."

Tyron onu takip etmeye başladı. Adam hızlı adımlarla ilerliyordu, ancak Tyron ona ayak uydurmakta hiç zorlanmıyordu. Hatta bundan memnundu, çünkü acilen her şeyi açığa çıkartmak istiyordu.

Saraydan içeri girerken sarayın gerçekten epey görkemli olduğunu fark etmişti Tyron.

Onları gören muhafızla hazır ola geçip selam veriyordu ve yolu açıyordu. Hızla sarayın içinde ilerlerken, aniden adamın durmasıyla o da durdu. Adam bir odanın önünde durmuştu.

"Sen biraz burada bekle."

İçeri girdi. Bir süre sonra çıktığındaysa yüzünde kötü bir ifade vardı.

"Hanımefendi çok kötü. İçeri giremezsiniz..."

Tyron bu kadarını duyar duymaz fırladı. Ancak adam da hızlıydı. Tyron boğazına dayanan kılıçla durmak zorunda kaldı.

"Size gitmenizi söylemiştim!"

"Evet. Ben de seni dinlemiyorum."

Tyron kılıcın metal kısmını eritti ve yerleri yakmaması için sıvı bir halde havada durmasını sağladı. Adam şaşkınlıkla ona bakarken, hızla odaya girdi.

Odada sade bir yatak vardı. Başka hiçbir eşya da yoktu. Hızla yatağın yanına ilerledi. Ancak adam inatçıydı, onun peşinden odaya dalmıştı.

"DUR!"

Tyron onu durdurmak için son olarak kanını büktü ve sabit kalmasını sağladı.

Bu sırada ne olduğunu anlamak için yataktan yaşlı, bembeyaz saçları olan yaşlı biri kalkmıştı.

Tyron'u gördüğünde ise ağlamaya başlamıştı. Tyron ona döndü. Elena'nın ağladığını fark etmişti. Onun da gözünden yaşlar akıyordu.

Hızla ayağa kalkmaya çalışan Elena'ya sarıldı. Ona yılların özlemiyle sarıldı. Acılarını dindirmek için, gücünü serbest bırakarak, gözyaşları içinde, hüzünle sarıldı.

Ortalık beyaz bir ışıkla dolarken, ışık söndüğünde, Elena'nın yaşlı bedeni gitmişti. Onun yerine, genç, fazlasıyla güzel bir kız belirmişti. Bu, Elena'nın eski haliydi.

"Seni çok özledim."

"Ben de seni Elena, seni çok özledim."

*********

İkisi uzun süre sarılmış halde kaldıktan sonra, hala odada donmuş halde olan adam akıllarına geldi ve ayrılıp ona döndüler. Tyron onu bıraktı.

"Üzgünüm dostum, biraz uzun süre seni tuttum galiba."

"Ö-ö-önemli değil."

"Elena, gerçekten bu sarayda ailemiz mi yaşıyor?"

"Evet. Bu, torunum Albes. Bana en düşkün olan ve benimle en çok ilgilenen torunumdur."

"Demek Prenses Sona ile evlenecek olan torunum sensin." deyip göz kırptı Tyron. Albes ise hala olanlara inanamıyormuş gibiydi. Ancak bu sözü üzerine gözlerini kırpıştırıp onayladı. Bunun üzerine Elena ile birlikte kahkaha attılar.

"Herkesi görmek istiyorum! Cidden, inanamıyorum! Benim torunlarım, hatta torunlarımın çocukları var! Ve en çok görmek istediğim ise çocuğumuz, Elena."

"Benim de sana bir sürpriz bir haberim var. Bu saraydaki herkes senin akraban değil! Will'in de torunları var!"

"İnanamıyorum. Peki Will?"

"Şey, o... Maalesef o benim kadar çok yaşayamadı. Üzgünüm."

"Önemli değil. Umarım o da bizi öbür dünyadan izliyor ve gülümsüyordur. Ancak, öncelikle bir şey yapmalıyım."

Onları sessizce izleyen Albes'e döndü.

"Albes, sanırım senin kılıcını eritmiştim. Sana, kendi kılıcımı vermek istiyorum."

Efsanevi kılıcını çıkardı. Ona çok ihtiyacı olmuyordu zaten. Kılıcını Albes'e uzattığında, Albes de kılıcın yaydığı büyülü ışıktan ve güçten etkilenmişti.

Tyron kılıcı denemesi için dışarıda havada duran erimiş metali içeri getirdi ve keskin olacak şekilde ancak eskisinden daha sağlam ve kalın olarak dondurdu.

"Hadi, eski kılıcını kesmeyi dene."

Albes ona inanmaz gözlerle baksa da sonradan efsanevi kılıcı kaldırıp metale vurdu. Tüm gücünü kullanmadığı halde, metal iki parçaya pürüzsüz bir şekilde bölünmüş oldu.

"Vay canına... Teşekkür ederim." dedi bunun üzerine. Sonra hayatındaki en inanılmaz şeymiş gibi kılıca bakmayı kesip Elena ve Tyron'a döndü.

"Gelin size diğer herkesi tanıştırayım!"

*********

Y.N: EVVET! Kitap bitti. Evet, bildiğin bitti. Çok okuyan ve beğenen olmasa da bitti.


ÖZELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin