Eve geldiğimde annem okuldan ne kadar erken geldiğim hakkında konuşuyordu. Aşırı uykusuzdum ve anneme açıklama yapma isteği içimde yoktu. Son dersin öğretmenin gelmediğini ve çıktığımı söyleyerek odama kapandım.
Üzerimi bile değiştirmeden kendimi yatağın üzerine attığımda aklımda sadece defter vardı. Defterin içindeki mektuplar ve onların hepsini nasıl ileteceğim. Hepsini gidip bizzat iletemezdim. Daha reşit değildim ve daha kötüsü, her yere gidebilecek kadar paraya sahip değildim.
Defter sahibi, Çınar'ı da düşünüyordum. Neye göründüğünü bile bilmeden birini düşünmek saçmaydı. Keşke kardeşinden bir resmini isteseydim. Kardeşi bana mesaj attığı anda resmini isteyeceğimi kendime not düşerek uyuduğumu, uyandığımda fark ettim.
Uyandığımda, odamı karanlık çoktan ele geçirmişti. Sürekli yanık duran gece lambamın ışığını, karanlığa alışınca fark ettim. Yatağımdan kalkıp telefonumu çantamın diplerinde buldum. Neredeyse yarım gün boyunca uyumuştum. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, sabaha koşuyordu.
Açık çantamdan parlayan beyaz kağıt ve altındaki defteri aldım. Çınar'ın, hayalleri olmadan ölen insanın, istediği sayfayı bulup yırttım. Hemen ardında yazan yazıya takıldı gözlerim.
"Konu yenilgi ise ben en güçlüyüm."
Defteri kapatıp hemen yatağıma geri döndüm. Elimdekileri yakmak istiyordum ama defterdeki yazıyı da es geçemiyordum. Ne, bu kadar fazla ne yaşamış olabilirdi de hayattan vazgeçmişti?
Belki de önemli olan çok şey yaşaması değil, önemli olan; yaşadıklarını ne kadar kaldırabildiğiydi.
Defteri yeniden elime aldım. Çalışma masamdaki kalemlik ile bir kalem alarak az önce okuduğum sayfaya geldim. Yazının bir satır altına yazdım.
"Konu dayanıksızlık ise sen en güçlüsüsün."
İnsanlar hayatta neler yaşarken hala güçlü kalabiliyorken onun bu kadar kolay pes etmesi... Acizlikti.
Odamdan çıkıp mutfağa giderek dolaptan bir paket kibrit ve cam kavanoz aldım. Ses yapmamaya dikkat ederek odama geri döndüm. Akşam yemeği için neden kaldırılmamıştım ben? Açlıktan karnım gurulduyordu...
Önce kağıtları yakacak sonra da yemek yiyeceğime söz vererek odamın halısına oturdum. Birkaç kibriti bir araya getirip elimdekileri yaktım. Kavanozun içinde yanan kağıtları kendi halinde bırakıp bir sonraki sayfaya geçtim.
Sevgili deniz,
Tüm hayatım boyunca senden korktuğum için özür dilerim. Ayrıca Sarhoşken sana karşı yaptığım yanlışlarda oldu. Üstten ve alttan olmak üzere içimde tutamadığım şeyleri sana aktardığımı bilmeni istiyorum. Eğer gözlerin varsa, bunları okuduysan zaten bunları da görmüş olman gerek.
Yine de her zaman bana huzur verdiğin için teşekkür ederim. Belki senin kocaman göğsünde yüzmekten korkmuştum ama eteklerinin dibinde oturmak her zaman beni rahatlatmıştı. Eğer ileride günlerim olursa, bir balıkçı kulübesinde, her gün deniz dalgalarına karşı uyanmak isterdim.
Gece yarısı balıkçılar balığa çıktığında ve her yer sessizken, balıkçı kulübeme koyacağım piyanoyu senin için çalmak ve tüm sessizliği doldurmak isterdim. Kaçabileceğim tek yerim olmanı tercih ederim.
Kimsenin olmadığı bir yerde, seninle sessizce sonsuza kadar yaşamak isterdim.
Sevgilerle Korku ve Aşkı Aynı Vücutta Barındıran Kişi
Bu mektubu da yakılacaklar için yırtmadan önce kendime aldığım deftere kopyaladım. Kağıdı yırtarken bir sonraki sayfada yazan adrese baktım. Bunu nereye postalamam gerekiyordu?
Defterdeki adresi telefonumda arattım. Sahil kenarında, ufak teneke evler ile dolu bir caddeydi. Tam olarak hangi numara ya da hangi kapı teneke ev olduğu yazmıyordu ama adreste, bu cadde yazılmıştı.
Mektubu denize yazmıştı ve denize mektubu bu şekilde ulaştırmış olacaktı. Çalışma masamın çekmecelerini kurcalayarak bir zarf buldum. Kağıdı zarfın içine yerleştirip alıcı adresini yazdım ama gönderici ismi ve adresini ne yazacağıma emin olamadım.
Çınar'ın ismini yazmaya karar verdim fakat hemen altına kendi ismimi de yazdım. Bu mektup... Neden yakılacaklar arasında değildi?
---
Sabah okul formamı giyerken yatağımın üzerindeki zarfa bakıp duruyordum. Türkiye'nin bir yerinde sadece uzak bir şehirde bir balıkçı sokağına neden mektup yolluyordum ben? Daha gönderecek bir sürü mektubum varken hepsinin adresleri sorgulamak zorunda mı kalacaktım?
Defteri okul çantamın içine atarak evden çıktım. Bir postaneden zarfı yollayıp biraz hayal kırıklığı ile ayrıldım. Bunu yapmak zorunda mıydım gerçekten? Defteri kardeşine bırakıp sadece normal hayatıma geri dönsem ne kadar pişmanlık duyardım?
Beni aradığında ona en azından defteri göstereceğimi kendime söylerken, telefonum çaldı. Tanımadığım bir numaraydı ama kardeşi olduğunu biliyordum.
"Efendim."
"Merhaba, ben Yalçın. Çınar'ın kardeşi. Aslında biliyorum seni rahatsız etmemem gerekiyordu ama dün abimin odasına girdim."
"Hayır sorun değil. Devam et lütfen." Yürümeyi bırakıp hemen yanımdaki duvara yaslandım.
"Annem, abim gittiğinden beri odayı kilitlemişti ama dün açtı ve... Abimin yatağının altında bir kutu buldum. Dokunmamın doğru olmadığını biliyorum fakat yine de açtım. Bunları görmen gerekiyor. Ben abimin öldüğüne inanmıyorum."
"Kutunun içinde neler var?"
"Geldiğinde görsen daha iyi olacak. Ayrıca senin görevin olduğunu biliyorum ama o deftere beraber bakmak zorundayız."
Dün okula gitmemiştim ve bugün de devamsızlık yapabilme hakkını kendime tanıyamadım.
"Sen gelemez misin? Şuan okula gidiyorum. Öğleden sonra çıkacağım. O zaman konuşalım."
Duvardan ayrılıp okula doğru yürümeye devam ettim.
"Tamam. Bana okulunu konum at. Orada olacağım ve bilmeni istediğim bir şey var. Bu kutuyu eğer gerçekten abime aitse; o ölmedi."
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümden Önceki 100 Mektup
Novela JuvenilBu hikaye 30.04.2016 tarihinde yayınlanmaya başlanmıştır. ---- Sevgili insan, Eğer bu kitabı bulduysan senden istediğim iki şey olacak. Yazdığım mektupların hepsini okumanı ve mektubu sahiplerine ulaştırmanı istiyorum. Ve eğer mektubu yazdığım kişiy...