09.10.2041 - Sydney

297 45 9
                                    

Rüzgarı hatırlıyorum.

Bir eylül gecesiydi, güneş yeni doğuyordu. Uyumakla zorumuz neydi anlamıyorum ama seninle geçen hiçbir gece boş değildi.

Koşuyorduk. Genç sayılırdık hem. Hadi ama, 23 yaşında tanıştık seninle. Ben Fransız edebiyatı bölümünü yeni bitirdiğimde, senin sikik barında.

Ciğerlerimizi ağrıta ağrıta koşuyorduk. Burunlarımızın etrafı beyaz tozla kaplıydı. Gözlerin içtiğin ottan kırmızı, adımların sarsaktı ama koşuyorduk işte. Eski polaroid makinen saniye başı yeni bir resim tükürüyordu. Benim resimlerimi. Koşarken. Gülerken. Düşerken. İçerken. Şarkı çığırıken. Her yeni fotoğraf esen rüzgarla uçup gidiyordu, ben de sana boşa harcadığın için kızıyordum.

"Sokaklarımı boyuyorum güzelim," dedin. "Seninle."

Bu aynı zamanla bana kağıttan bir uçak yaptığın geceydi. Bana Leonard Cohen şarkıları söylediğin gece.

Sana aşık değildim. Daha değil. Çok derin geliyordun bana ve dolgun yanaklarınla 24 değil de 17 gösteriyordun. Basit bir barda çalan, basit bir basçıya göre fazla felsefik ve takıntılıydın. Fakat güldüğünde gözlerinin etrafının kırışması hoşuma gidiyordu. Sesin de. Boynun da.

Bilemedim. Yalnızca 24 gün sonra, salonunda elinde ucuz bir şarapla sana Neruda okuyacağımı bilemedim. Normal bir iş gününde, öğleden sonra seninle mutfakta çıplak bir şekilde satranç oynayacağımı bilemedim.

Pişman değilim. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, hiçbir zaman seçimlerimden pişman olmayacağım. Tek pişmanlığım seni tanımaktı.

Çünkü o zaman, 45 yaşında bir kadın olarak, ölü aşığıma bir şeyler anlatmak zorunda kalmazdım. Çünkü bu en sevdiğim şeydi. Seninle konuşmak. Sana en basit şeyleri anlatmak; kız kardeşimin resitalini, saçımı kesen kadının ellerini, aşağı sokaktaki kahvecinin karısını.

Ve dışarıda bir yerde, bir zamanlar senin gibi bir adamın bu dünyadan geçtiğini düşünmek zorunda kalmazdım.

Calum.

Tanrım, ismini ne çok severdim. Tanrım, seni ne çok seviyorum. Ve seni çok özlüyorum.

Bunu biliyorsun, değil mi? Hala rezil hayatımın en parlak parçası olduğunu? Seni ne çok sevdiğimi?

Calum.

Kalbim o kadar hızlı atardı ki sen beni kollarına alırken, komşular belki de sevişiyoruz sanıyorlardır. Oysa ki ben çenenin kıvrımına dokunmakla yetinebiliyordum. Yetiyordu. Seni yanımda bulmak. Seninle konuşmak; o elmastan beyninin en kutu köşelerini bilmek. Bir sanat eseri olan kalbini kalçalarımın arasında tutmak.

Çiçeklerini alan tek kadın olmak. Çiçeklere bayıldığımı en iyi sen bilirdin. Ellerinde demek demet gülle kapıda belirirdin. ("Bir haftalık maaşımı yedin kadın, umarım bunu akşam bana bir şekilde geri ödersin.") Yeni bir işim mi var? Papatyalar. Hasta mıyım? Laleler. (Aşık mıyım? Evet, çok aşığım.)

Seni düşünüyorum. Seni ve evi. Seni ve evi ve teninin altında olup biten kutsal savaşları. Ve özür dilerim. Seni birleştirecek kadar sevemediğim için. Seni çok sevdiğim için. Kendi canını saçma sapan bir silahla aldığın için. Beni bıraktığın için.

Fakat sen benimdin.

Ve eğer seni karanlıkta öpmeme izin vermezlerse, ben de seni aydınlıkta öperim. Bugüne kadar neyi sevdiyse, seni sevmeye hazır olmak için sevdim. Umarım Tanrı eklemlerinin hepsini öpüyordur. Çünkü ben gözlerinin arasına kaç öpücük sığabileceğini hala ezbere biliyorum.

09.10.2041

Sonia Vashkov

Je viens, ma chérie / c.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin