•Tüm yıldızlar karanlıkta doğdu ve tüm karanlık, aydınlıkta öldü.
-
Hançerimi saçlarımın ön kısmına doğru götürdüm, yanımda makas olmadığı için kahkül kesme işini hançerim yardımıyla halledecektim. Ortaya güzel bir şey çıkmasını umarak saçlarımı kestim, biraz da olsa farklı bir imaj yaratacaktı ve eski görüntümden arınacaktım .
Büyücüler sayesinde silahlarım sadece benim ve tam anlamıyla 'insan' olmayanlar tarafından görülebiliyordu. Diğer insanların algısı bizimkinden çok daha farklıydı, büyüyü görebilen veya seçebilen insanlar oldukça nadirdi. Bu aslında iki tarafında yararınaydı. Bir tarafın psikolojisi bozulmuyor, diğer tarafta işlerini rahatça halledebiliyordu.
Lavaboya dökülen kızılla kahve arasındaki bir renkte sıkışmış olan saçlarımı suyla akıttıktan sonra hançerimi ait olduğu yere koydum ve büfeye ilerledim. İnsanlar ve avcıların ortak noktaları da vardı, mesela acıkmamız ve diğer hayati ihtiyaçlarımız. Sürekli olarak guruldayan karnım, uzun zamandır yemek yemediğimi hatırlattı bana. Büfeden tost ve adaçayı aldıktan sonra gökyüzünün en net gözüktüğü yerdeki koltuklara geçtim.
Parmaklarımın arasında tuttuğum adaçayının kokusunu ciğerlerime kazırken gökyüzüne doğru kafamı kaldırdım. Gök, güneş ışıklarıyla kutsanmıştı. Henüz sabahın erken saatleriydi ama önemli değildi, karanlığın gittiğini bilmek beni mutlu ediyordu. Güneşin ışıkları kusurları gizlemeyendi, karanlıksa kusurlar için iyi bir iş birlikçiydi.
Düşüncelerimden ayrılmak için adaçayının geriye kalan son kokusunu içime çektim ve çöpe attıktan sonra eski yerime geçtim.
''Bir şey sorabilir miyim?''diye seslendi karşımdaki adam. Bakışlarımı ona doğru çevirdim, şu an büyük ihtimalle korkunç gözüküyordum. Gözlerim kan içindeydi, neyse ki ceketimin cebindeki hançeri temizlemiştim. Buna rağmen ceketim biraz da olsa kan kokuyordu.
Dikkatimi kendimden alıp yeniden adama verdim. Siyah saçlarına ihanet edecek açıklıkta ela rengi gözleri vardı, iki renk birbirinin tamamen zıttıydı. Otuzlu yaşlarında olmalıydı, sakalları olmadığından dolayı daha genç gösteriyordu ama göz çevresi ve cilt yapısı yaşını az çok ele veriyordu.
''Tabii,''diye yanıtladım oldukça kibar bir ses tonuyla. Yaklaşık bir gündür uyumuyordum, bundan daha kötüleri de olmuştu ama insanlarla konuşmak zorunda kalmamıştım o günlerde. Böylelikle uykusuzluğun, sosyal becerilerimi etkilemediğini keşfetmiş oldum.
''Çayı hiç içmediniz, sadece kokusunu aldınız ve sonrasında attınız. Neden?''dedikten sonra elindeki defteri ve kalemi gösterdi. ''Yanlış anlamayın, ben bir yazarım. İnsanlarla ilgili ilginç bulduğum şeyleri not alıyorum. Böylelikle bunları kitaplarımda kullanabiliyorum.''dedi ve yeniden o samimi gülüşü bahşetti.
''Tadından pek hoşlanmıyorum, kokusu daha güzel geliyor. Güzel şeyleri tadıyla değil kokusuyla hatırlamak daha çok hoşuma gidiyor.'' Gerçek buydu ama biraz değiştirilmişti, koku algım tat algımdan daha gelişmişti. Çoğu kokuyu ayırt edebiliyordum ve hiçbir kokuyu kolay kolay unutamıyordum.
''İlginç bir insansınız.''diye cevap verdi, bir yandan da söylediklerimi defterine geçirdi.
Saat kısmına doğru baktığımda uçağımın kalkmasına yaklaşık yarım saat olduğunu gördüm. Uçakta beklemek daha iyiydi, işimi riske atmayı sevmiyordum. Gitmeden önce yazara doğru döndüm. ''İsminiz neydi acaba? Kitaplarınızı okumayı çok isterim.''
''Fabian Toreador, ilginizi çeker mi bilemem ama vampirler üzerine yazıyorum.''
Sert bir şekilde yutkunup karşımdaki adama doğru baktım, kesinlikle bir vampir değildi. Toreador, yedi vampir klanlanından biriydi ve daha çok 'sanatçı' vampirler olarak tanılıyordu.Yaratıcılık konusunda insanlara muhtaçtırlar ve belki de bu yüzden insanlarla en yakın ilişkiye sahip olan onlardı. İçimden bir ses bunun sadece bir tesadüften ibaret olmadığını söylüyordu.
''Peki benim hakkımda edindiğiniz bilgiyi hangi karakterde kullanacaksınız?''dedim, sesimin sert çıkmasına özen göstererek.
''O size bağlı Bayan Sparks.''dediğinde arkamı döndüm ve hızlı adımlarla uçağıma doğru ilerlemeye başladım. Çevremde hiçbir vampirin varlığını hissetmiyordum. Adam da büyük ihtimalle vampirlerin maşasıydı ve beni almak için değil korkutmak için buradaydı.
Yerimi biliyorlardı ama asıl sorun bu değildi, benimle oynuyorlardı. İstedikleri an beni elde edebilirlerdi fakat bunu tercih etmiyorlardı. Sadece 'burada' olduklarının mesajını verip sonrasında beni bırakıyorlardı. Birini hapishaneden kaçmaktan alıkoymanın en iyi yolu, ona hapishanede olmadığını hissetirmektir diye bir sözü vardı Dostoyevski'nin. Bu durumun en iyi özeti buydu, bana özgür olduğumu hissettirmeye çalışıyorlardı.
Aslında hepimiz gerçeğin farkındaydık, nereye gidersem gideyim hapishanede olacaktım.
Bunu bile bile o uçağa bindim, artık herkes şüpheliydi gözümde. Burada olan herhangi biri benim düşmanım olabilirdi, olmayadabilirdi. Uykum olduğu hâlde tedirginlikten uyuyamıyordum. Bu yüzden beni şu an rahatlatabilecek tek şeyi yaptım, uçak havada süzülürken bulutlara odaklandım. Bir süre sonra tedirginliğim bulutlara karıştı ve geride kaldı, ağırlaşan göz kapaklarım bana uyumaktan başka seçenek bırakmadı.
Seni alıkoymak isteselerdi yapabileceğin hiçbir şey olmazdı, diye rahatlattım son kez kendimi. Beni alıkoymalarından çok alıkoymamalarının sebebi korkutuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kan Kraliçesi|Düzenleniyor
VampireO gece, kendi şeytanımla anlaşma yaptım. Bir avcı olarak tüm yeminleri çiğnedim ve kendimi, lanetlenmiş olana adadım. Bunun için Tanrı huzurunda yargılanacaktım.