O gün okulun ilk günüydü. Batuhan bir hafta önce yaptığı kırtasiye alışverişinin neredeyse hepsini çantasına doldurdu çünkü daha ilk defa gidiyordu okula. Bu heyecan çantasını tıka basa doldurmasına neden oldu. O çantayı Nasıl taşıyacaksa artık... Tabi ki Batuhan annesinden medet umdu. O koca çantayı Batuhan taşıyabilir miydi? Annesiyle beraber evden 1 kilometre uzaklıktaki Yavuz Selim İlköğretim Okulu'na doğru yola çıktılar. Evden çıkıp yaklaşık yüz metre ilerledikten sonra yolda Filiz hanımla karşılaştılar. Ama tabi ki Batuhan'ın annesi Zeynep'i tanısa da annesi Filiz hanımı tanımıyordu. Batuhan hemen atladı ;
- Aaaa! Anne bak Zeynepgil de gidiyo hadi onlarla gidelim.
Dedi ama Batuhan henüz lafını bitirmeden Zeynep koşarak yanına gelmişti bile annesinin elini bırakıp.
- Batuhan bu gün okulun ilk günü heyecanlı mısın? Ben çok heyecanlıyım da. Bak eteğimi yeni aldı babam güzel mi?
- Evet gerçekten çok güzel olmuşsun. Okulun ilk günü için biraz fazla güzel olmuşsun hemde.
Çocuklar böyle konuşurken Batuhan'ın ve Zeynep'in annesi birbirleriyle tanıştılar.
- Merhaba. Ben Filiz. Zeynep'in annesiyim.
- Bende Kıymet. Batuhan'ın annesi.
- Bakıyorum da bizim çocuklar iyi anlaşıyor. Bi kaç yaş büyüsünler de okula kendileri gitse artık. Her gün sabahın köründe bu yolu nasıl yürüyeceğim bilmiyorum vallahi.
- Ayyy! Bende nasıl eriniyorum sabahları bir bilsen. Hemen büyüseler keşke.
Yavaş yavaş okula doğru ilerledikten sonra çocuklar İstiklal Marşı'nı okumak üzere sıraya geçtiler. Tabi ki Batuhan ve Zeynep yan yana duruyordu. İstiklal Marşı biter bitmez herkes sınıflarına gitmeye başladı. Batuhan ile Zeynep aynı sınıftaydı Emre ise hemen yanlarındaki sınıf 1-A sınıfındaydı. Aahh ahh kim bilir Nasıl üzülüyordur şimdi çocukcağız en yakın arkadaşı Batuhan'dan ayrı kaldığı için... Ama Batuhan için aynı şeyleri söylemek doğru olmaz çünkü onun ağzı kulaklarına varıyor. Yanında Zeynep var sonuçta.
Tüm öğrenciler sınıflarına girdikten yaklaşık beş dakika sonra da öğretmenleri sınıflara girdi. Batuhan ve Zeynep'in öğretmeni de girdi sınıfa ve kendini tanıttı.
- Merhaba arkadaşlar. Ben sınıf öğretmeniniz Aslı Çoban. Sizinle önümüzde herhangi bir ayrılık yaşanmazsa şayet yaklaşık bir dört yılımız var. Dört yıl boyunca hep beraber olacağız burası sizin eviniz sayılır çocuklar. Şimdi ben kendimi tanıttım sıra sizde. Ben aranızdan rastgele seçerek birinizi kaldıracağım ve o kişi kendini tanıtacak anlaştık mı?
Sınıf birden hep bir ağızda anlaştık diye bağırır. Ve öğretmen parmağını orta sıranın ortasında duran bir kıza işaret eder.
- Sen kalk bakalım güzellik adın ne senin? Sen bu kadar güzel olduğuna göre ismini düşünemiyorum.
Der ve güler Aslı hanım.
Aman Allah'ım! O işaret ettiği kız Zeynep! Heyecandan eli ayağına dolaşmış olacak ki yanakları al al oldu ve birden Batuhan'ın elini tuttu kendisine iyi geleceğini biliyordu çünkü Batuhan ona çok iyi hissettirirdi her zaman. Tabi Batuhan bu şaşkınlıktan kendini alıkoyamadı onunda yanaklarındaki kırmızılık çok uzaklardan kendini belli edecek derecedeydi.
İşte o gün 11 Eylül 2002 sabahında daha henüz 7-8 yaşındayken ilk defa el ele tutuştular. Bu güzel günü sorsan her saniyesine kadar anlatırlar size... Bir ders geçti iki ders geçti derken zil çaldı. Tüm çocuklar koştura koştura evlerine gitmek için okuldan çıktılar. Batuhan Zeynep ve Emre de beraber çıktılar kapıda onları bekleyen üç tane bayan duruyordu. Filiz hanım, Kıymet hanım ve Meryem hanım kapıda çocuklarını görünce birden gülüşmeye başladılar. Bu onların ilk günüydü ve onların bu neşesini görünce gülmemek elde değildi. Sırtlarında bir bavul kadar ağır çantalarıyla koşuştular annelerinin yanına ve çantalarını hemen yere bırakıp sarıldılar o dünyanın en güzel kadınlarına.
Batuhan;
- Anne yarın okuma yazma öğrenmeye başlıyacakmışız. Öğretmenimiz söyledi. Çok heyecanlıyım.
Dedi. Ve diğer çocuklar da ona "Evet." Diyerek katıldı.
Artık okulun önünden ayrılma vakti gelmişti onlar için. Çocuklar önde oynayarak anneleri ise arkada muhabbet ederek eve doğru gittiler. Zaten birbirlerine çok yakın oturuyorlardı. Sokağa geldiklerinde ayrılma vakti gelmişti. Anneler ve çocuklar birbirleriyle vedalaştılar. Yarın görüşmek üzere herkes evine gitti.
Bu gün çok özel bir gündü Batuhan için. İlk kez Zeynep'le el ele tutuşmuşlardı. Bu günü asla unutmamak üzere kendine söz verdi. Bu büyük mutluluğu yüzündeki tebessüme bürüyerek odasına doğru gitti.Günler aylar yıllar birbirini kovaladı derken ikinci sınıfın da sonuna geldiler. Karnelerini büyük bir heyecanla aldıktan sonra eve gittiler hep beraber. Artık alışmışlardı hep beraber yanlarında anneleri olmadan eve gideriliyorlardı. Herkes evine gitti. Ama Zeynep'in annesi telaşlı bir şekilde onu bekliyordu kapıda. Zeynep karnesi elinde çantayı yere atar atmaz annesine sarıldı.
- Bak anne! Karnemi aldım. Hepsi beş! Büyüyünce doktor olacağım bak.
Dedi. Annesi ise asık suratıyla hiç tebessüm etmeden ;
- Aferin güzel kızım benim.
- Anne iyi misin ne oldu?
- Kızım... Gel şöyle seninle bir şey konuşmamız gerekiyor.
- Tamam anne ne oldu anlatsana.
- Zeynep babanın tekrar tayini çıktı ama bu sonmuş. Emekli olmadan önceki son tayiniymiş bir daha taşınmayacağız söz veriyorum bu son.
- Ama anne yaa!
Diyerek bağırdı Zeynep ve gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başladı. Ama bu Nasıl bir ağlamaydı böyle. İstediği olmayan 8 yaşındaki bir kızın ağlaması değildi bu. Bu... Bu sanki sevgilisinden ayrılan 17 yaşında bir kızın ağlamasıydı. Bu kadar içten nasıl ağlıyordu Zeynep? Onu bu göz yaşlarına boğan taşınmak zorunda kalmak mı yoksa birisinden ayrı düşmek miydi?
- Kızım yeni arkadaşların olacak.
- Banane! İstemiyorum arkadaş falan. Siz gidin ben Batuhan'ın yanında kalacağım!Anlaşıldı Zeynep'in bu kadar içten ağlamasının sebebi sanırım ufak bir kız aşk acısı çekiyordu. Onu bu gözyaşına boğacak kadar şiddetli bir sevgiydi bu. Çocukluk aşkı diye buna diyorlar işte... İlk aşk ne de olsa. Yarası derin olur...
- Kızım gitmek zorundayız. Yarın gideceğiz...
- Ama nereye anne?
- İstanbul Beyoğlu'nda Büyük Hendek diye bir sokak. Hem Galata Kulesi'ne de çok yakınmış.
- Off anne yaaa!
Diyerek ve ağlayarak odasına doğru koşar Zeynep. Kafasını yastığına gömer ve düşünmeye başlar. Ben bunu Batuhan'a Nasıl söyleyeceğim diyerek düşünür bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlar... Gözyaşlarından dolayı sırılsıklam olan yastığına uyuyakalır Zeynep. Uyandığında sabah olur. Kafasını kaldırdığında ise etrafında bir çok eşyanın olmadığını görür ve hemen yataktan fırlayıp cama koşar. Bir de ne görsün aşağıda koca bir kamyon ve eşyaları kamyonun içinde annesi arkadaşlarıyla vedalaşıyor... Hemen aşağı iner ve Batuhan'ın yanına koşar. O gider gitmez Batuhan sanki onu bekler halde ;
- Zeynep! Bu kamyon ne? Neden sizin eşyalarınızı alıyorlar?
- Batuhan... Şey biz taşınıyoruz...
Der ve yine tutamaz gözyaşlarını Batuhan'a sarılır.
- Zeynep nereye?
- İstanbul'a...
- Gelmeyecek misin geri?
O sırada kamyonun sesiyle irkilir Batuhan. Sanırım gitme vakti geldi Zeynep için. Bir ayrılık anca bu denli üzebilirdi iki küçük çocuğu... Zeynep Batuhan'ın yanağından bir öpücük alır ve ona tekrar sarılır.
- Ben seni... Seni çok seviyorum Batuhan.
- Gitmesen olmaz mı?
- Mecburum.
- Bende yaşamak için sana mecburum!
Aman Allah'ım ne Dedi Batuhan öyle. Kendisi bile şok oldu bu söylediğine.
- Batuhan. 15 yaşına bastığın gün... Beni Galata'nın önünde bekle olur mu? Seni değil yedi yetmiş yıl sonra görsem yine tanırım sarılırım boynuna. 15 yaşına girdiğin gün Galata'nın önünde beni bekle...
Batuhan'ın dili tutulmuştu adeta ve birden yanaklarında Zeynep'in dudaklarını hissetti tekrar. Gözünü açtığında ise arkasını dönüp koştuğunu gördü Zeynep'in.
Bu sözü ölse dahi unutmayacaktı Batuhan. 15 yaşında her ne olursa olsun orada olacaktı... Ve şoför gazladı. Bir ayrılığı daha yakıştırdı kader bu minik aşıklara...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASAL
RomanceÇocukluktan sulanmaya başlanmış bir fidan sizce ne kadar gür bir çınar olabilir? Küçük yaşta tanışan ve zamanla birbirlerinde aşık olan Batuhan ve Zeynep'in yolculuğu... Bu iki çiftin evcilik oyunlarından aşk dolu bir yuvaya yolculuğu sizce ne kada...