-Ouronas Krallığı-
Charles alnındaki teri silip ağır çuvallardan birini daha faytona yükledi. Sarayın aylık erzağının alım günü hep böyle yoruluyordu. Yol da yoruyordu onu. Sarayla şehir merkezi arasında epey yol vardı. Büyük ormanlardan geçtiği için aldıklarının çalınma riski de vardı. Şimdiye kadar böyle bir olay olmamıştı Ouranos'ta. Zaten herkes bu krallıktan cennet gibi yer diye bahsederdi. Bazılarının cenneti bazılarının cehennemi olabiliyor diye düşündü. Beş yıldır saraydaydı. Tabiri caizse orada büyümüştü ama yine de kral onu bir kez bile takdir etmemişti. Kötü biri olduğu söylenemezdi ama sevecen biri de değildi. Kendi çıkarlarının peşinde işte diye homurdanıp ağır bir çuvalı daha faytona koydu.
"Hepsi bitti!" Diye bağıran mal sahibine baktı. Adam parasını almak için avını bekleyen aslan gibi bakıyordu. Charles para kesesini alıp adama attı.
"İyi günler," dedi ama adam çoktan parayı hararetli bir şekilde saymaya başlamıştı.Büyük orman yoluna girdiğinde gözünün önüne düşen bir tutam sarı perçemi geriye attı. Gözü ağaçların arasında dolaşırken kalbinde oluşmaya başlayan korkuyla savaşıyordu. Kime birlikte gitmeyi teklif etse hepsi bir bahane bulmuştu. Mutfakta işim var, bahçedeki çiçekleri budamam lazım, temizliğe yardım edeceğim... İç çekip atları hızlandırdı. Dönemecin başına gelmişti ki nereden geldigini anlayamadığı fıçılar yolu kapattı. Çevik bir hareketle atları durdurunca öne doğru düşmekten son anda kurtuldu. Bu fıçılar da nereden çıkmıştı şimdi? Hızla etrafına baktı.
"Yalnız bir genç adam. Hem de dolu bir arabayla."
Arka taraftan konuşan bir adam sesi gelmişti. Charles kıpırdamadan duruyordu.
"Bahse girerim soylulardan birine yemek götürüyordur."
En az iki kişiydiler. Charles'ın eli bıçağına giderken yüzünün ter içinde kaldığını hissetti. Adamlar yürüyüp karşısına geçtiler.
"Şuna bak Alfred korkudan yüzü bembeyaz olmuş," dedi şişman olan gülerek. Diğeri de gevrek bir kahkaha attı. Charles onlarla tek başına savaşamazdı. Yapılıydılar ve ceplerinden göründüğü kadarıyla çok silahları vardı.
"Bakın çalmak doğru bir şey değil. Bunları paramla aldım ve..."
Alfred sözünü kesti.
"Bir araba dolusu malı mı paranla aldın? Şu üstüne başına bak. Bu kadar paranın olması mümkün değil. O lanet soyluların yediği yeter artık. Biraz da biz yiyelim."
Adamlar hamle yapınca Charles gözlerini kapatıp adamların karşısına hiç çıkmamış olmasını diledi. Gelecek bir hamleye karşı kollarını başına kalkan yaptı. Beklediği darbe gelmiyordu. Gözlerini açınca adamların olmadığını gördü.
"Nereye gitti bunlar?" Diye mırıldanıp ormana baktı. Yoldaki fıçılar da yoktu. Dileği gerçek mi olmuştu? Gözlerini sıkıca açıp kapayarak yola devam etti.Charles gece yatağına yatınca bugün olanları düşündü. Adamlar oradaydı. Seslerini duymuş, onları görmüştü. Belki de korkudan hayal görmüştü. Okuduğu bir kitapta insanların korkudan hayal görebileceklerini okumuştu. Belki de deliriyordu. On sekiz yıldır hiç hayal görmemişti. Birdenbire görmesi mantıksızdı. Keşke yanında biri olsaydı. O zaman hayal görüp görmediğini anlardı. Uykudan gözleri kapanana kadar düşündü. Tekrar tekrar o anı canlandırdı kafasında. Uykuya dalmadan önce düşündüğü son şey de hayal görüp görmediğiydi.
Kral Theo çalışma masasında oturmuş mektupları okuyordu. Küçük krallıklardan davet mektupları geliyordu şu sıralar. Düğünler, kokteyller, balolar... Tek düşündükleri şey eğlence diye aklından geçirip diğer mektuba geçti. Flago Krallığı'ndan gelmişti.
"Yine ne yazmış kral Nicholas?" Diye mırıldanıp kırmızı zarfı açtı. Krallığın zarfı bile tehditkardı. Sizi yakarız. Ateşlerimizle. Derin bir nefes alıp okumaya başladı. Mektubun son satırlarına gelmişti ki kraliçe Elanora içeri girdi. Parfümünün kokusu burnuna dolmuştu.
"Yeni çiçekler oluşturdum. Bir tanesinin her yaprağını farklı renk yaptım."
Kralın tepki göstermediğini görünce süzülüp karşısına oturdu. Çok güzeldi kraliçe Elanora. Siyah saçlarının koyuluğunu yeşil gözlerinin parlaklığı açardı. Gözlerini ortaya çıkartacak yeşil bir elbise giymişti yine. Kral bakışlarını ona çevirince gülümsedi.
"Flago kralı mektup yazmış. Pagos Krallığı'nın kralı krallıkları birleştirme teklifini kabul etmemiş." Durup etrafına baktı. Kapı da kapalıydı. Sesini iyice kısıp konuşmaya başladı. Elanora ona doğru eğilmişti.
"Mektupta elçiyi mahsus gönderdiğini yazmış. Kral James sinirlenip onu buza çevirecek mi diye. Bunu neden bana yazdığını anlamadım. Bana güveniyor mu? Yoksa kral James'e söyleyip söylemeyeceğimi mi test ediyor?"
Elanora içini çekti.
"İkisi de olabilir. Bunu bilemeyiz. Kral Nicholas oldukça zor biri. Kraliçe Ashley de öyle. Öyle bir bakıyor ki senden nefret mi ediyor yoksa seni seviyor mu anlayamıyorsun. Tam bir gizem meraklısılar."
Kral başını salladı. Gergin görünüyordu.
"Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum," dediğinde Elanora elini kralın elinin üzerine koydu.
"En doğrusunu sen bilirsin zaten."
Gözlerinde onu ilk gördüğü anki ışıkla bakıyordu. Kral Theo gülümseyip kraliçenin elini öptü. Bu kadını gerçekten seviyordu.Charles adımlarını hızlandırıp koridorun sonuna gitti. En sevmediği şeylerden biri olan konuşmalara denk gelme olayına yine maruz kalmıştı. Kralın mektup hakkında kraliçeye söylediklerini duymuştu. Flago kralı Nicholas... Tanıdığı herkes ondan nefretle söz ederdi. Gören birkaç kişi de vardı. Anlattıklarına göre bakışlarıyla karşısındaki insanları muma çevirirmiş. Kızmasın diye gülümsemeye çalışanlara daha çok kızarmış. Karşımda bu ne lağubalilik diye. Huzuruna çıkan elçiler kapıda tir tir titrerlermiş. Korkudan baygınlık geçirenler bile oluyormuş. Charles bahçeye çıkıp derin bir nefes aldı. Kralın Pagos Krallığı'na haber vermeyeceğine bahse girerdi. Kral Nicholas'la arasını bozmak istemezdi tabi.
"Charles boş boş ne dolanıyorsun burada?"
Yine o nefret ettiği ses:Bayan Britany. Elli yaşını aştığı için kendisini saraydaki hizmetkarların başı sanan kadın. Charles derin bir nefes alıp arkasına döndü.
"Hava alıyordum Bayan Britany."
Kadın bir kaşını havaya kaldırdı.
"Bütün işler bitti sıra hava almaya mı geldi? Git te ahırı temizle."
Charles iç geçirerek ahıra doğru yürümeye başladı. Bu sarayda dinlenmek yasaktı. Sürekli iş bulunurdu. İş olmasa da eskiden yapılanlar beğenilmez, tekrar yaptırılırdı. Ahıra girip atlardan birini okşadı.
"Bir gün ben de rahatça oturabilecek miyim?" Dedi alnını atın başına dayararak. At hafifçe kişnedi.
"Muhtemelen asla diyorsundur."
Kovayı ve fırçayı alıp ahırı temizlemeye başladı.İşi bittiğinde çoktan karanlık olmuştu. Yorgunluktan ölmek üzereydi. Yemek yemeye bile fırsatı olmamıştı. Başı döner gibi olunca kapının kenarına tutundu. Bir an önce bir şeyler atıştırsa iyi olurdu. Bahçeyi hızlı adımlarla geçti. Mutfağa girdiğinde şaşkındı. İlk kez bomboştu çünkü. Canı ne çektiyse paketleyip giysilerine sakladı. Odasına kimseye görünmeden vardığında kapıyı kapatıp derin bir nefes aldı. Yiyecekleri paketlerinden çıkarıp masanın üzerine yerleştirdi.
"Bu kez de ben kralım," dedi gülümseyerek. Bakışları aynaya kayınca gülümsemesi yüzünde dondu. Gözlerinin rengi saçlarının biraz koyusuydu. Kehribar rengi deniyordu bu tona. Krallıkta bu göz renginde kimseyi görmemişti. Hem gözlerinin hem saçlarının renginin sarı olması biraz tuhaftı.
"Ailem de böyle mi görünüyordu acaba?" Diye mırıldandığında boğazı düğümlendi. Onları hatırlamıyordu bile. Sokaklarda büyümüştü. Beş yaşındayken onu kaçıran adam köle pazarına çıkarmıştı onu. Üç yıl boyunca korkuyla onu alacak kişiyi beklemişti. Saraya alındığını öğrendiği zamansa sevinmişti. Bu kadar yorulacağını bilse alalade bir evde yaşamayı tercih ederdi.Geçmişin kötü anılarından sıyrılıp yemeklere baktı. Sandalyeye oturup yemeye başladı. Hepsi bittikten sonra canı tatlı istedi. Adamlarda olduğu gibi dilese yine olur muydu acaba? Gözlerini kapatıp çeşitli tatlıları düşündü. Açtığında hiçbir şey yoktu. Tekrar tekrar denedi. Olmuyordu. O zaman korkmuştu. Belki de korktuğu zaman oluyordu. Biri kapıya vurunca yerinde sıçradı. Gülümseyip gözlerini kapattı. Bu kez açtığında masa tatlılarla doluydu. Başarmıştı. Hemen gidip kapıyı açtı. Kimse yoktu. Soluna döndüğünde Amy'nin koridoru bitirip diğer tarafa döndüğünü gördü. Uyuduğunu sanmıştı herhalde. Odasına geri dönüp tatlıları yedi. Bir yeteneği vardı. Hem de büyük bir yetenek. Şimdilik kullanabilmesi için korkması gerekiyordu. Gücünü geliştirdikçe bu sorunu da ortadan kaldırırdı. Yatağına yattığında mutluydu. Hayal görmediğini anlamıştı.
Sabah daha kahvaltısını bile edemeden kral tarafından çağırıldı. Kralın gösterişli odasının önüne geldiğinde bir kez daha bu odanın onun olduğu hayalini kurdu. Çok geçmeden içeri çağırıldı. Kral elindeki mektubu kıvırıp ona verecekken bacağına bir sancı girdi.
"Bacağım!" Diye çırpınan krala özel doktoru yetişti. Bu arada mektup ta elinden kayıp Charles'ın ayağının dibine düştü. Mektubu almak için eğildiğinde yazılar gözlerinin önüne döküldü. Flago kralına, Pagos kralına bir şey söylemeyeceğini yazmıştı. Charles mektubu alıp kıvırdı. Kral yatağında yatarken odadan çıktı. Mektubu mühürlemesi gerekiyordu daha kralın. Charles hızlı hızlı yürürken Pagos kralına bunun haberini vereceğine dair kendi kendine yemin etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kristal Kadeh
Historical Fiction#1-Sihirligüçler/İhanet intikamı doğurur derler. Hele ki ihanet bir krallıkta zehirli köklerini salmışsa. On sekiz yıl önce Floga Krallığı'nda kral ve kraliçe esrarengiz bir şekilde öldü. Ne bir silah bulundu ne de şüpheli bir kişi. Öldükleri gün s...